Gidişler vardı, döneni olmayan...
Gidenler vardı, suç mahalline bile uğramayan.
Birde kalanlar vardı, kaderin yazgısına boyun eğen...-SAMİİREX-
****
-Doğu Kılıç Aslan-
Turnam gidersen Mardin'e
Turnam yare selam söyle
Karlı dağların ardına
Turnam yare selam söyle....Divaneye dönmüş gönlümü dindirmeye geldiğim meyhanede işittiğim o şarkı beni çıkamadığım o derinliklere geri götürdü. Ragıp ustadan istediğim kaçıncı rakı bardağı saymadım. Yetmedi, tıpkı 6 aydır güneşin içimi ısıtmaya yetmediği gibi. Yetmedi hiçbir şey öfkemi dindirmeye kaç şişe devirdim bu masada sayamadım. İçimin feryadı plakta çalan turna kuşuydu belki de. O kuşun gittiği yer değil. Bir duble diye başlayıp, üçüncü şişeyi yarıladığımda anladım turnanın karlı dağların ardında ne arayıp ne bulamadığını...
Yaşım 25 ben baharında ölmüş bir kadavraydım. Evet evet başka bir tanımı olamaz. kimse yaşarken bunca zulüm yapılamaz. ya ben sahiden ölüydüm ya da karşımdakiler fazlaca merhametsiz çözemedim. Bu karmaşayı çözdüğüm gün güneş yeniden doğacak benim için battığı yerden biliyorum.
Ben mi? çevikliği, çelikliği, bir narası ile dağları inleten, gücüyle herkese korku salan bir mavi kartaldım. En azından 6 ay öncesine kadar bir mavi kartaldım. Şimdi ne üsteğmenim ne mavi kartalım ne kılıcım ne aslan ...
Sade, ve yapayalnız öylece bir doğuyum artık...
Oysa ne çok isterdim gülcenin doğusu olayım, kartalların üsteğmeni, kılıcı olayım. Güneşim yok, gücüm yok, kartallarım yok, Işığıyla hayatıma yön vermiş kimsem yok. Ellerimden tutup ölümle aramı düzelten , kapımdaki azraili bekleten bir gül bahçem yok. Mutluluğum yoktu, mutlu sonum yoktu. Benim gibi bağrı yanıklar böyledir işte; tutunduğu kimsesi kalmayınca dibi görürler...
Kullarca yazılmış kaderin sonuna gelmiştim, oysa yaradanın bize sunduğu sonu göremedik daha...
Gözlerim o ışık saçan gecelere hasret kaldı, belki çoktan Serdengeçti ve başka alemleri aydınlatmaya başladı. Hangisine yanayım? sırada feleğin hangi oyunu var düşünmekten delirdim. Tim yoktu yaşananların gölgesi kara bulut gibi onların üstüne çöktü. Belkide en suçsuz onlardı bu hikayede. Babam bildiğim sırtımı sonsuz güvenle yasladığım selim baba sırtımdaki hançerleri çıkaracak sanarken tam kalbimin üstüne birini sapladı, öyle ki en can alıcı darbeydi benim için. Ciğerime düşen yangınların dilinden anlayabilecek bir korkutken aramızdaki dağlar buna müsade etmiyordu. Bir abim vardı, ona da alışmak yıllar sonra kavuşmak kadar garipmiş.
Onur namı değer süs köpeği benim nefretimden doğan abimmiş meğer. Geç bulduğum canım, kanımmış. Güneşin benim diyarımı terk ederken bana bahşettiği son şeydi kendisi. Güneş diyorum çünkü doğuda Güneş çoktan battı, güneşimin ışığını çaldılar ve bana ait olmaktan kendini kurtardı.
Bana ait olmak, güneşim olmak çok mu kötü bir şeydi? İlk fırsatta terk edilmeye layık olacak kadar?
Kader değildi bu, kaderi suçlamayı çoktan bıraktım. İnsan kendi eliyle, diliyle yaptığı şeyden ötürü kaderi suçlayamaz. Yaşadıklarımdan dolayı kimseyi suçlamıyorum. Eğer birine yük binecekse insanlara haddinden fazla güvenen bana binsin o yükler.
15 yıl bir bilinmeze tutundum, neyi özlediğimi, neye hasret kaldığımı bilmeden yılları geçirdim. Kim olduğumu unutmaya yüz tutmuştum. Birileri çıkıp kendi bataklığında sürüklenip duran bahtsız doğu olduğumu hatırlattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖKSÖKÖ
Fiction généraleMinicik bedenlerinde sevgiyi nereye kadar götürebilirler.... "taa ki 15 yıl sonra o kara günde karşılaşıncaya dek..." -Gülce şahin -Doğu Kılıç Aslan