hellö kelebeklerim !!
size upuzun bir bölüm getirdim.
bölüm hakkında söyleyecek bir seyim yok ama güzel bi haberim var
delibal'in spotify playlistini sizinle paylasmaya karar verdim. bu bölümü yayınladıktan hemen sonra linkini profilime eklemis olacagim. içerisinde gokdenizin şarkıları, baris alperin sarkilari, benim sarkilarim ve sizin delibal okurken dinleyeceginiz şarkılar var shshdhdhhfhf yaklasik 5 saatten olusan libido, ask ve acı seansi sizi bekliyor.
yeni bölüm icin oy sınırımız 220 oy.
iyi okumalar diliyorum, öptüm.
-
Bir adamı dört gün görmemenin -sayı olarak dört- üstümde ciddi etkileri olacağını geçen sene falan duymuş olsam acayip gülerdim.
Ama gel gelelim, birlikte geçirdiğimiz o geceden ve o sabahtan beri dünyanın en güzel çikolatasını yemiş bir çocuk gibi yine o çikolatayı istiyordum, o çikolata için deli oluyordum.
Özlüyordum, bütün mesele buydu.
Almanya'daki beşinci günümdeydim, Alper'i son görüşümün üstünden dört gün geçmişti. İstanbul'dayken bile daha çok görüştüğümüzü, daha çok şey paylaştığımızı söyleyebilirdim. Avusturya maçının hazırlıkları o kadar yoğun ilerliyordu ki Alper tamamen kendini dış dünyadan soyutlamış gibiydi. Telefon görüşmelerimiz bile kısa sürüyordu.
Herkesin bütün odağı hayati önem taşıyan 2 gün sonraki maçtaydı. Milli takımın aylar önce hazırlık maçında 6-1 yenildiği Avusturya'yı bu maçta yenmesi, bizi çeyrek finale yükseltebilirdi. 2008'den sonra ilk kez turnuvada bu kadar ilerleyebilmek inanılmaz bir hava ve heyecan yaratmıştı. Bunun takıma yansıyan yüzü ise bolca stres, baskıydı.
Akşamları yaptığımız 5-10 dakikalık telefon konuşmalarında bile Alper'in gerginliğini yeterince hissediyordum. Odağını maçtan ayıramıyordu, ne anlatırsam anlatayım aklı bende değildi, en basitinden ertesi günkü antrenmanını düşünüyordu.
Bu durum yüzünden onu suçlamıyordum, aksine gerginliğini paylaştığımı bile söyleyebilirdim. Ben de stresliydim, işime gücüme odaklanmış bir şekilde günlerimi geçirmeye çalışıyordum.
Dört gündür Oğuz ve geldiğimden beri peşimizden ayrılmayan Nildeniz ile birlikteydim. Muhteşem üçlü olduğumuz söylenemezdi: aşk acısı çektiğini saklamaya çalışan Nildeniz, gereksiz derecede enerjik ve keyifli olan Oğuz, yanlarında da zavallı ben.
"Ben kazandım!"
"Hile yapıyorsun Nil, böyle olmaz."
"Oğuz abi, ben kazandım. Yenildiğini kabul et."
Oğuz elindeki ıstakayı bilardo masasına koyup Nildeniz'in önüne ittirdi, ellerini teslim olurcasına kaldırdı havaya. "Tamam, kazandın."
"Oyununuz bittiyse artık gelip şu yazıya bakabilir misin Oğuz?" diye huysuzca seslendim onlara doğru. Bulunduğumuz mekanda, içinde bulunduğumuz durumda eğlenmeyen bir tek benmişim gibi duruyordu.
Nildeniz, biz birlikteyken Oğuz ile iyi anlaşırdı, abi gibi severdi onu. Oğuz da hiç olmayan kız kardeşi gibi yaklaşırdı. Şimdi bambaşka bir ülkede benim yüzümden yine yan yana gelmişlerdi ve ikisi de bundan dolayı gayet memnun görünüyordu.