Hakan, hastanedeki tartışma kopunca hızla oradan ayrılmış, kimseye bir şey söylemeden dışarı çıkmıştı. İçindeki karmaşa, bir türlü kontrol edemediği öfkesi, onu huzursuz ediyordu. Şehrin gürültüsünden uzaklaşıp bir dağın tepesine çıkmıştı. Yol boyunca zihni susmamış, yaşananları tekrar tekrar gözden geçirmişti. Herkes birbirine girmiş, ortalık kargaşaya dönmüştü. O ise artık bu durumdan kaçmak istemişti.
Hakan, sonunda dağın tepesine varmıştı. Karşısında uçsuz bucaksız kayalıklar ve gökyüzü vardı. Yürüyerek kayalıklara çıktı, ayaklarının altındaki taşlar hışırdadı, ama bu ses bile içindeki fırtınayı dindirmeye yetmiyordu. Oturacak bir yer bulduğunda, cebinden sigara paketini çıkardı. Sigara içmeyi hiç alışkanlık edinmemişti, ama bugün farklıydı. Ellerinin titrediğini fark ettiğinde, bir sigara yaktı ve derin bir nefes çekti. Duman, rüzgarla birlikte dağıldı ama içindeki sıkıntı olduğu gibi duruyordu.
Oturduğu yerden aşağıya, uçsuz bucaksız manzaraya baktı. Bir yanda şehir uzanıyordu, diğer yanda ise doğanın sertliği hissediliyordu. Dağın tepesinde olmak bir süreliğine onu dünyadan koparmış gibiydi, ama düşüncelerinden kaçmak mümkün değildi. Elif'in yaşadıkları, tartışmalar, herkesin birbirine düşmesi... Tüm bunlar birer yük gibi omuzlarına çökmüştü.
Kendi kendine fısıldadı, "Neden böyle oldu?" diye. "Her şey ne kadar hızlı dağıldı." Sigaranın dumanı boğazını yakıyor, ama o yine de bir nefes daha çekiyordu. Belki de bu acıyı bastırmanın bir yoluydu.
Bir süre boyunca sadece oturdu, sessizliği dinledi. İçindeki öfke, çaresizlik ve pişmanlık arasında gidip geliyordu. Her şeyin böylesine kontrolden çıkmasına engel olamaması onu derinden sarsıyordu. Şimdi burada, bu kayalıklarda tek başına oturmuş, anlam vermeye çalışıyordu. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu; sadece kaçmak istemişti, ama kaçtığı yerin de çözüm olmadığını anlıyordu.
Hakan, sigarasının son nefesini çekerken, güneş yavaş yavaş batmış ve karanlık çökmeye başlamıştı. Gökyüzü koyu bir griye dönüyor, etrafı saran sis kayalıkların arasında kayboluyordu. Hakan'ın zihni hala aynı sorularla doluydu; neden bu hale gelmişti? Herkes neden birbirine düşmandı? Kafasındaki düşünceler dönüp duruyor, çıkış yolu bulamıyordu. Gözlerini uzaklara dikmiş, karanlıkla birlikte gelen huzursuzluğu hissediyordu.
Bir an için her şey durdu. Etrafındaki sessizlik, soğuyan hava, içindeki karmaşayı daha da derinleştiriyordu. Tam o sırada, hafif bir esintiyle birlikte, arkasından bir ses duydu:
"Sen yalnız kişisin, Hakan."
Hakan, arkasında duyduğu o tanıdık sesi duyunca bir an için irkildi. Hemen arkasını döndü ve karşısında Shadow'u görünce, hafif bir korkuyla karışık bir şaşkınlık hissetti. "Ama sen..." dedi, hafifçe omuzlarını silkeleyerek.
Shadow kahkahalar içinde kollarını açıp ona yaklaştıkça, Hakan'ın kalbi hızla atmaya başladı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ama hiçbir mantıklı açıklama bulamıyordu. Bu şey, sadece karanlıktan oluşmuş gibiydi; varlığının her zerresi, sanki tüm ışığı emiyordu.
Kahkahaları giderek yükselen Shadow, Hakan'a doğru yaklaşmaya devam etti. "Ben... Shadow," dedi, sesi derin ve yankılıydı. "Her zaman buradaydım, seni izliyordum." Gözlerini Hakan'ınkine dikti.
Hakan, ne yapacağını bilmeden yerinde kalakaldı. Sigara hâlâ elinde, ama şimdi o anın dehşeti içinde, her şey bir rüya gibi geliyordu. Bu gölgelerden oluşan varlık, ona doğru ilerledikçe, Hakan'ın içini bir korku kapladı.
Shadow, karanlığın içinde yürüyerek Hakan'a yaklaştı ve yanına oturdu. "Beni unuttuğunu sanmıyordum," dedi sinsi bir gülüşle, parlak beyaz gözleri karanlıkta parlıyordu. "Ne oldu sana, Hakan? Üzgün duruyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Harabe Köy: Saklı Gerçeklerin Peşinde
ActionBir grup üniversite öğrencisi, bir köyde Gökçe adında bir kadının dünya dışı varlıklarla iletişim kurmak için büyüler yaptığı iddialarını duyunca, bu gizemi araştırmak üzere yola çıkarlar. Köylüler, Gökçe'nin yaptığı büyülerin köye lanet getireceğin...