Soğuk ve karanlık bir gecenin sessizliği, tankların gürültüsü ve silah sesleriyle bozuldu. Askerler, virüse yakalanan herkesi acımasızca öldürüyordu. Hiç kimse ne olduğunu anlayamıyor, uyku nedir bilmiyordu. Sevdiklerini özleyen insanlar, korku ve endişeyle boğuşuyordu. Virüs geri döndürülemez bir hastalık olduğu için, evler adeta kalelere dönüşmüş, kapılar kilit altında tutuluyordu. Çocukların masum dünyaları da bu kaosun pençesinde parçalanıyor, psikolojileri bozuluyordu.
O sırada evinde küçük kızı ile konuşan bir anne...
"Anne, askerler neden gidiyorlar? Kötü bir şey mi oldu?"
"Hayır canım, onlar sadece tatbikat yapıyorlar. Merak etme, hiçbir şey olmayacak."
"Ama anne, neden burada yapıyorlar? Bizi neden korkutuyorlar? Ben çok korkuyorum."
"Korkma kızım, ben buradayım. (Kızının sırtını sıvazlayarak onu kendine doğru çekip sarılır, saçlarını okşar.) Sen benim meleğimsin, sen korkma. (Kızının alnına sevgiyle bir öpücük kondurur ve sakin bir sesle devam eder.) Sen benim çiçeğimsin..."
"İyi ki varsın anne, seni çok seviyorum. Sen dünyanın en iyi annesisin. Keşke herkes senin gibi iyi kalpli olsa."Annenin gözleri dolup taşar, acılı bir tebessüm belirir yüzünde. Küçük Kızı bunu fark eder ve telaşla sorar:
"Anne sen ağlıyor musun? Hayır ağlama lütfen."
"Hayır canım, ağlamıyorum. (Göz yaşlarını silmeye çalışır.) Senin o güzel sözlerin beni duygulandırdı, sevindim ve mutlu oldum. Onun için gözlerim doldu birtanem."
"(Duygusal bir şekilde) Hayır anne, sen ağlama. Ben seni öyle görünce ben de üzülürüm. Ama melekler hiç ağlar mı?"Annesi gülümseyerek küçük kızına doğru döner:
"Ama ben melek değilim ki birtanem. Ben de herkes gibi normal birisiyim."
"Hayır anne, sen benim için bir meleksin. Ben seni ağlarken görmek istemiyorum. Hep mutlu ol, tamam mı? (Annesinin göz yaşlarını siler. Annesi ise küçük kızı'nın saçlarını okşar ve onu daha da sıkı sarılır.)"Gece yarısı, silah sesleri dinmezken, herkesin aklında tek bir soru vardı: Bu virüs nasıl ortaya çıktı? Askerler zombilerin silahlarla kolay kolay ölmediğini anladıklarında şok oldular. Bu gizemli hastalık, daha da korkutucu bir hal almıştı.
Askerler, zombilere peş peşe ateş açtılar, ancak mermiler sanki bir duvara çarpıyormuş gibi etkisiz kalıyordu. Zombiler, acımasız bir şekilde askerlere doğru ilerliyordu.
Asker: Komutanım, bu zombiler ölmüyor!
Komutan: Ne demek ölmüyor asker?! Kaç mermi sıktın ona?
Asker: En az 20 tane komutanım, ama hala ayakta!
Komutan öfkeyle bağırdı: "Bunlar ne tür bir varlık Nasıl ölmüyorlar?!"
Asker: Komutanım, bu zombileri durdurmak için bombalara ihtiyacımız var. Ama sayıları çok fazla ve cephanemiz yetersiz.
Komutan: Ne demek cephanemiz yetersiz?! Bana bakın, bu zombilerin buraya girmesine izin veremeyiz!
Asker: Ama komutanım...
Komutan: Aması falan yok! Bunlar. Buraya. Girmeyecek. Anlaşıldı mı asker!Askerler, komutanın emrini tekrarlayarak silahlarına sarıldılar ve ateş etmeye devam ettiler. Binlerce zombi arasında birdenbire siyah bir duman belirdi. Dumanı fark eden bir asker, yanındaki askere işaret ederek "Bakın, orada bir şey var!" diye bağırdı. Tüm askerler dikkatlerini dumana çevirdiler. Dumanın içinden, simsiyah bir kişi belirdi. Askerler korkuyla bu kişiye ateş açtılar, ancak mermiler bu kişinin bedeninden geçiyordu sanki hiç bir şey olmamış gibi.
Asker: Bu ne ola ki? Sihir mi bu?
Komutan: Hiç bilmiyorum asker, ama bu her neyse, tehlikeli olduğu kesin. Hazır olun, tetikte kalın!Askerler şaşkınlık içinde bu olağanüstü varlığa bakarken, Siyah varlık kafasını hafifçe sağa doğru eğerek askerlere baktı ve ardından arkasında beliren devasa bir duman bulutunun içine girdi. Duman yavaşça dağıldığında ise ortadan kaybolmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Harabe Köy: Saklı Gerçeklerin Peşinde
AcciónBir grup üniversite öğrencisi, bir köyde Gökçe adında bir kadının dünya dışı varlıklarla iletişim kurmak için büyüler yaptığı iddialarını duyunca, bu gizemi araştırmak üzere yola çıkarlar. Köylüler, Gökçe'nin yaptığı büyülerin köye lanet getireceğin...