Akşam vakti yaklaşmış, hava kararmıştı. Melek ve ailesi, akşam yemeği için sofraya oturmuşlardı. Yemeğin gelmesini beklerken, Melek, koltuğa yaslanmış bir yandan karnını ovuyor, bir yandan da sabırsızlıkla seslendi: "Hadi yenge ya, çok acıktım! Ne yaptın, merak ediyorum."
Hatice, arkasını dönüp gülümseyerek cevap verdi: "Yaptık bir şeyler, Melek Hanım. Bekle, hemen getiriyorum, bakalım sevecek misin?"
Sonra tabaklara yemeği koymaya başladı. Melek, yemeğin kokusunu alır almaz yüzünü buruşturdu: "İyy yenge, hiç güzel kokmuyor! Cidden ne yaptın?"
Melek'in annesi Zeliha, Melek'in bu tepkisine sinirlenerek ona sertçe baktı: "Meleek! Yiyeceksin, tamam mı? Beğenmemezlik yapmak yok!"
Melek, elindeki kaşıkları masaya vurmaya başladı, huysuzlanarak: "Ama anne, yengem yine brokoli yapmış. Ben sevmiyorum, banane, yemeyeceğim!"
Zeliha, sakin ama kararlı bir şekilde: "İyi o zaman, kalk git başka bir yerde otur!"
Melek, annesinin bu lafına sinirlenerek hızla koltuktan kalktı: "Hıh, tamam! Gidiyorum!"
Arkasından sinirli adımlarla salona doğru yürümeye başladı. Bu durumu gören diğerleri, gülmeye başladılar.
Umut, ona seslendi: "Lan, gel buraya! Annen şaka yapıyor, gitme!"
Melek, yürümeye devam ederken mırıldandı: "Banane! Gelmeyeceğim!"
Melek mutfağı terk ederken, Zeliha ellerini yüzüne koydu ve hafifçe gülerek: "Off, bu kızla başım dertte vallahi!"
Hatice, omuz silkti: "Boş ver, Zeliha. Sevmiyor işte, zorla yedirmeyin çocuğa. Sonra ona bir tost yaparım, yer bir şeyler."
Zeliha, derin bir iç çekti: "Ya Hatice, bak, zorla yedirmiyoruz ama bu çocuk hiçbir şeyi yemiyor! Hepsini seçiyor, ne yapacağız biz?"
Hatice, rahat bir tavırla güldü: "Bir şey olmaz. Büyüdükçe düzelir. Onur da öyleydi küçükken, ama büyüdü, şimdi yiyor, değil mi?"
Bu sırada Onur'un yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Etrafına bakındı ve: "Evet, ben de küçükken sevmezdim bazı yemekleri. Ama şimdi biraz alıştım. Yine de, hâlâ brokoli sevmiyorum, bu yüzden ben de kalkıyorum," dedi gülerek.
Umut, şakayla karışık seslendi: "Lan, gel ye şu yemeği!"
Zeliha, ciddi bir ifadeyle ekledi: "Otur ye, kalmasın sofrada!"
Onur ise, gülümsemeye devam ederek: "Yok, cidden sevmiyorum. Tadını hiç güzel bulmuyorum."
Hatice, gülümseyerek başını salladı: "İyi tamam, hadi sen de git. Sana da tost yapar getiririm."
Onur, masadan kalktı ve salona doğru yürümeye başladı. Evde yemeği beğenmeyip, tostla karnını doyuran çocukların neşesi, akşam yemeğine ayrı bir hava katmıştı...
Diğerleri yemek yemeye devam ederken, Melek salonda pencerede tırmanmış, dışarıyı izliyordu. Geceydi ve hafif bir yağmur başlamış, gök gürültüsü uzaklardan duyuluyordu. Köy yüksek bir yerde olduğundan, etrafı yoğun bir sis kaplamış, göz gözü görmüyordu. Melek, dışarı bakarken aklından birçok düşünce geçiyordu.
“Hakan abi hiç gelmiyor… Onu çok özledim. Ne yapıyor acaba? Diğerlerinin hiçbiri yok,” diye içinden geçirdi. Derin bir nefes aldı, parmaklarıyla oynamaya başladı. “Umarım iyilerdir,” diye mırıldandı ve başını pencerenin çıkıntısına yasladı, dışarıyı izlemeye devam etti. Bir süre baktıktan sonra, ağaçların arasından birinin ona baktığını fark etti.
“Ha! O ne öyle?” dedi kendi kendine, gözlerini kısarak daha iyi görmeye çalıştı. Yüzü net seçilmiyordu, ancak birinin ağaçların arasından onu izlediğinden emindi. "Orada birisi var, bana bakıyor!" diye düşündü. Hemen aşağıya inip mutfağa koştu.
“Anne! Anne!” diye bağırmaya başladı.
Zeliha telaşla döndü: “Ne oldu?”
Melek, gergin bir ifadeyle: “Anne, pencereden dışarı baktım… İlerideki ağaçların orada biri vardı!”
Zeliha: “Eee? Ne olmuş yani?”
Melek: “Anne, bilmiyorum, o kişi bana bakıyordu. Görünce korktum…”
Bu sırada Hatice, Melek’in yanına geldi, saçını okşayarak: “E hadi, gel bana göster, ben de bakayım. Siz yemeğinizi yiyin, ben gelirim şimdi,” dedi.
Melek, heyecanla: “Yenge, gel bak!” dedi ve yeniden pencereye yöneldi. Hatice de onun peşinden gitti. Melek tekrar pencereye çıktığında sis çok daha yoğunlaşmıştı. Ağaçların olduğu yer artık görünmüyordu.
Melek hayal kırıklığıyla: “Ama yenge... Sis var, görünmüyor. Az önce fazla yoktu. Off!”
Hatice hafifçe gülümseyerek: “Bir şey olmaz kızım, korkma.”
Melek, biraz daha sakinleşse de hala huzursuzdu: “Bilmiyorum, bana bakınca korktum yenge… Bir de Hakan abiyi çok özledim. Hiç yanımıza gelmiyor artık.”
Hatice, ona sarılarak: “Oy kuzum, gelir gelir. İşleri vardır. Annesi babası gitti, onların yanına gitmiştir. O yüzden müsait değildir ama eminim, gelecek. Merak etme,” dedi ve Melek’in yanağından öptü.
Melek, sessizce: “Bilmiyorum yenge, hiç geleceğini sanmıyorum. Artık bizi sevmiyor.”
Hatice şaşkınlıkla: “Aaa! Neden öyle dedin şimdi?”
Melek, omuz silkip: “Sevseydi sözünü tutardı. Ne zamandır gelicem dedi ama hiç gelmedi. Hıh, artık onu sevmiyorum!”
Hatice gülerek: “Aaa bak şuna sen! Hahaha! Merak etme, gelir. Hadi gel, sana tost yapayım, ye sonra uyursun, tamam mı?”
Melek hafifçe gülümsedi: “Tamam, yenge,” dedi ve Hatice’nin elini tutarak birlikte mutfağa geri döndüler...
Ağaçların arasında sisin iyice yoğunlaştığı bir anda, orada saklanmış birkaç kişi belirdi. Liderleri, sessiz ve sert bir tonla konuşmaya başladı:
"Bana bakın, o kızı yakalayıp yanıma getireceksiniz. Ölü ya da diri fark etmez, ama mümkünse diri getirin. Aslında bu sizin için basit bir görev," dedi gözlerini daraltarak.
Grubun içinden biri hemen yanıt verdi: "Anlaşıldı patron, o kızı yakalamak kolay. Ama diğerleri ne olacak?"
Lider kaşlarını çatmadan: "Sadece o kızı getirin, gerisine karışmayın," dedi.
"Tamam patron."
Lider, uyarıcı bir ses tonuyla devam etti: "Ama biraz sabırlı olun. Uyudukları zaman harekete geçeceksiniz. Sessizce yakalayıp yanıma ışınlayacaksınız. Evdekiler olayı fark etmemeli, yoksa başımıza büyük bir bela alırız."
Diğerleri aynı anda: "Anlaşıldı patron. Onu sana getireceğiz," diye karşılık verdiler.
Lider, başıyla onaylayarak: "Aferin. Ben şimdi gidiyorum, siz burada bekleyin," dedi. Ardından parmağını şıklatıp, duman gibi ortadan kayboldu.
Grubun başındaki kişi etrafına bakındı ve soğukkanlı bir tavırla devam etti: "Patron, bize o kızı getirin dedi. Ben gidip alacağım, siz burada bekleyeceksiniz. Üç kişiyiz, eğer bir şey olur ve ortalık karışırsa, diğerlerini susturacaksınız. Ben de kızı götüreceğim."
Diğerleri bir ağızdan: "Anlaşıldı."
Başlarındaki kişi son kez etrafı kontrol etti: "İşte böyle. Şimdi uyumalarını bekleyeceğiz," dedi. Ve böylece, hepsi sessizce sisin ve ağaçların arasına saklanarak, evdekilerin uykuya dalmasını beklemeye başladılar...
Bölüm Sonu Sorusu: Dışarıda beliren gizemli kişiler, karanlık ağaçların arasında saklanıyordu. Sizce bu gizemli kişiler kim olabilir? Ne amaçla ortaya çıktılar ve neden Melek'i yakalamaya çalışıyorlar?
49. BÖLÜM SONU
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Harabe Köy: Saklı Gerçeklerin Peşinde
ActionBir grup üniversite öğrencisi, bir köyde Gökçe adında bir kadının dünya dışı varlıklarla iletişim kurmak için büyüler yaptığı iddialarını duyunca, bu gizemi araştırmak üzere yola çıkarlar. Köylüler, Gökçe'nin yaptığı büyülerin köye lanet getireceğin...