Ambulans hızla olay yerine ulaştı. Paramedikler koşturup Esra ve Selim’e müdahale ederken Hakan, gözyaşları içinde ne yapacağını bilemez haldeydi. "Anne, baba, lütfen... Dayanın!" diye yalvarıyordu. Paramediklerden biri, "Merak etmeyin, elimizden geleni yapacağız," diyerek Esra ve Selim'i sedyeye yerleştirdi. Hakan, ağlayarak Uğur’a döndü, "Uğur! Ambulansı ara demiştim, neden bu kadar geç geldi?!" diye öfkeyle bağırdı. Uğur, telefonu hala elinde sıkı sıkıya tutarak, "Hakan, elimden geleni yaptım, şimdi sakin ol," diye cevap verdi, gözlerinde çaresizlik vardı.
Paramedikler, Esra ve Selim’i hızla ambulansa yerleştirirken Hakan, "Ben de geleceğim," dedi kararlı bir şekilde. Paramediklerden biri, "Tamam, siz de gelebilirsiniz," dedi. Hakan, annesi ve babasının yanından ayrılmamaya kararlıydı.
Aslı da yanlarına yaklaştı, gözyaşlarını silerek Hakan'a sarıldı. "Hakan, ben de geleceğim," dedi. Hakan başıyla onayladı. Aslı ve Hakan birlikte ambulansa bindiler, kapılar kapandı ve sirenler eşliğinde hastaneye doğru yola çıktılar.
Bu sırada Uğur, babası Ayhan’a döndü, "Biz de hemen taksiyle peşlerinden gidelim baba," dedi. Ayhan sessizce başını salladı. İkisi hızla yoldan bir taksi çevirdiler ve hastanenin yolunu tuttular.
Ambulansın içinde Hakan, Esra’nın soğuk elini tutarken gözyaşlarını tutamıyordu. "Anne, ne olur beni bırakma. Baba, lütfen iyileşin. Sizsiz ne yaparım?" diye fısıldıyordu. Esra’nın yüzü hâlâ solgundu, babası Selim ise güçlükle nefes alıyordu. Hakan bir yandan gözyaşlarını silerken, diğer yandan umutsuzca paramediklere bakıyordu. "Onlar iyileşecekler değil mi?" diye sordu. Paramediklerden biri, "Durumları kritik, ama elimizden geleni yapıyoruz," dedi.
Hastaneye vardıklarında Esra ve Selim hızla yoğun bakıma alındılar. Hakan annesi ve babasının gözden kayboluşunu izlerken, içindeki çaresizlik büyüdü. Koridorlarda koşturup onlarla gitmek istedi ama hemşireler onu durdurdu. "Yoğun bakıma kimse giremez," dedi bir hemşire, sakin ama kararlı bir sesle.
Hakan, sinirle duvara yumruk attı, "Hayır, onları yalnız bırakmayın! Ben de yanlarında olmak istiyorum!" diye bağırdı ama hemşire onu sakinleştirmeye çalıştı. "Onlara en iyi bakımı vereceğiz. Lütfen sakin olun," diyerek Hakan’ı sakinleştirmeye çalıştı.
Aslı ise Hakan’ın yanına yaklaşıp ona sarıldı. "Hakan, güçlü ol. Onlar iyileşecek, göreceksin. Annen ve baban bu kadar kolay pes etmez," dedi, ama kendi gözlerinden de yaşlar süzülüyordu.
Bir süre sonra, Uğur ve Ayhan hastaneye taksiyle ulaştılar. Uğur hızla Hakan’ın yanına koştu, "Kanka, ne oldu? Nasıllar?" diye sordu, nefes nefese. Hakan gözyaşları içinde, "Yoğun bakıma aldılar... Annem ve babam çok kötü durumda," dedi. Uğur, Hakan’ı teselli etmek için ona sarıldı, "Merak etme, kanka. Atlatacaklar bunu, hep beraber yanlarındayız," dedi. Ayhan da sessizce Aslı’nın yanına oturdu, başını ellerinin arasına alarak beklemeye başladı.
Hakan, bir an bile gözlerini yoğun bakım kapısından ayırmıyordu. "Anne... Baba... Lütfen beni bırakmayın," diye fısıldamaya devam ediyordu.
Hastane koridorunda yürürken sinirden köpürüyordu. İçeride, yoğun bakımda annesi ve babası hayatta kalma mücadelesi verirken, o çaresizlik içinde patlamak üzereydi. "Bunu yapan herif... onu bulacağım!" diye hırsla mırıldandı. Gözleri, hastaneye geldiği andan beri o korkunç anı tekrar tekrar gözlerinin önüne getiriyordu. Gizemli adamın, soğukkanlılıkla annesi ve babasına ateş ettiği sahne... Hakan’ın gözünden gitmiyordu.
Yüzü belli belirsizdi, ama o an o kadar netti ki, sanki bir film karesi gibi aklında dönüp duruyordu. "O kapüşonlu adam..." dedi kendi kendine, "Seni bulacağım!" Siniri burnundaydı, elleri yumruk olmuş, bir köşeye gidip patlayacak gibiydi. İçinde biriken öfkeyi nasıl kontrol edeceğini bilmiyordu.
Tam bu sırada, Uğur ve Aslı yanına geldiler. Aslı, Hakan’ın bu haline çok üzülmüştü. "Hakan, sakin ol, yapacak bir şey yok şu an," dedi Aslı, yumuşak bir sesle. Ama Hakan’ın gözleri öfkeyle doluydu. "Nasıl sakin olayım yenge? Annemle babam içeride ölüm kalım savaşı veriyor, sen sakin ol diyorsun!" diye bağırdı.
Uğur, Hakan’a yaklaşarak omzuna elini koydu. "Kanka, biliyorum zor ama kendini kaybetmen bir şey değiştirmez. Şu an sadece dua edelim, tamam mı?" dedi, sakinleştirmeye çalışarak. Ama Hakan kafasını iki yana sallayarak, "Onu bulacağım, ne pahasına olursa olsun!" dedi dişlerinin arasından, gözleri hala öfke doluydu.
Zihni hep o gizemli kişiye odaklanmıştı. "Bu iş burada bitmez," diye kendi kendine tekrarladı. "Annemle babamı vurup kaçtı ama peşini bırakmayacağım!" diye hırsla içinden geçirdi.
Bu sırada hastane kapısından bir hemşire çıktı. "Yoğun bakıma sadece belirli saatlerde girilebilir. Lütfen sabırlı olun," dedi sakin bir sesle. Ama Hakan'ın duyduğu tek şey içeride annesiyle babasının acı içinde olduğuydu. "Ben sabırlı falan olamam!" diyerek koridor boyunca bir aşağı bir yukarı sinirli adımlarla dolanmaya başladı. Aslı ve Uğur çaresizce Hakan’ın arkasından bakarken, Hakan’ın aklı o kapüşonlu adama takılı kalmıştı.
"Bir gün karşıma çıkacaksın... O zaman görüşeceğiz!" diye fısıldadı kendi kendine, öfkeyle.
Hakan, hastane koridorunda bir ileri bir geri dönüp duruyordu. İçindeki kaygı ve öfke birbirine karışmıştı; annesi ve babası yoğun bakımdaydı ve ne olacağını bilmiyordu. Zaman geçmek bilmiyordu, her geçen saniye bir yüke dönüşüyordu. Saatler geçmişti, ama onun için sadece birkaç dakika gibi geliyordu.
Nihayet, bir doktor koridordan çıkıp yanlarına yaklaştı. Hakan hemen yanına koştu, sinirli bir şekilde, "Doktor, annem ve babam iyileşecek mi? Onlar iyi mi?" diye sordu, sesi titriyordu. Kalbi, bir cevap beklerken hızla çarpıyordu.
Doktor, derin bir nefes alarak Hakan’a baktı. "Hakan, öncelikle sakin olmalısın," dedi. Ama Hakan'ın gözlerinde beliren korku ve umutsuzluk, doktorun yüzündeki ifadeyi okumasına yetti. "Maalesef, annemle baban... Başınız sağolsun. Onları kaybettik," diye söyledi.
Bu kelimeler Hakan’ın kulaklarında yankılanırken, adeta dünyası başına yıkıldı. Duyduğu bu acı gerçek, onu donup kalmaya zorladı. "Hayır... hayır, bu olamaz!" diye haykırdı. Gözleri dolmuştu, sanki gerçeklik ona yabancıymış gibi hissetmeye başladı. "Anne... baba..." diye fısıldadı, sesinde çaresizlik ve büyük bir acı vardı.
Uğur ve Aslı, Hakan’ın bu hali karşısında sessiz kaldı. Uğur’un gözleri doldu, Aslı’nın yüzü bembeyaz oldu. Hakan’ın yanında durup, kendi kayıplarının ağırlığını hissettiler.
Hakan, derin bir acıyla yıkılmış bir halde yere düştü. "Beni bırakmayın, lütfen..." diye ağlarken, tüm bedeni titriyordu. "Anne... baba... neden... neden beni bıraktınız..." Hıçkırıkları, hastane koridorunda yankılanırken, Uğur ve Aslı çaresizce ona baktılar. O an, Hakan’ın hissettiği kaybın derinliği, onların kalplerini de kırmıştı.
Sessizlik, hastane koridoruna hâkim oldu; Hakan’ın gözyaşları, kaybın acısını dile getiriyordu. Uğur ve Aslı, Hakan’ın yanında kendilerini kaybetmiş, içten içe yanıyordu. O an, hayatlarının en zor anlarından biriydi...
40. BÖLÜM SONU
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Harabe Köy: Saklı Gerçeklerin Peşinde
ActionBir grup üniversite öğrencisi, bir köyde Gökçe adında bir kadının dünya dışı varlıklarla iletişim kurmak için büyüler yaptığı iddialarını duyunca, bu gizemi araştırmak üzere yola çıkarlar. Köylüler, Gökçe'nin yaptığı büyülerin köye lanet getireceğin...