Artık zombilerin istila ettiği şehri yok etmenin vakti gelmişti. Askerler, savaş uçaklarıyla sadece şehri etkileyecek seviyede bir nükleer bomba patlatacaklardı. Zombiler hâlâ şehirde, binalara giriyorlardı.
Bir pilot uçağın telsizi ile komutanla konuşmaya başlar: "Komutanım, zombiler hâlâ şehirde duruyor ve bayağı kalabalıklar. Şu anda şehrin üzerinde geziniyorum. Emriniz nedir?"
Ancak komutandan cevap gelmez.
Pilot: "Komutanım? Sesim geliyor mu?"
Bir süre sonra, komutan yerine farklı bir asker cevap verir:
Asker: "Komutan, son yaşanan olaydan sonra morali bozuldu, dinlenmeye geçeceğini söyledi bize. (Ardından ağlayarak konuşmaya devam etti) Çünkü 8 tane bedeni parçalanmış, organları etrafa dağılmış şehitlerimiz var..."
Pilot bunları duyunca gözleri kocaman açılır ve öylece dona kalır. Gözleri dolmaya başlar. Daha sonra telsiz elinden düşer, pilotun askerle olan bağlantısı kesilir. Donup kaldığı sırada uçakla şehirden bayağı uzaklaşmıştı. Daha sonra kendine gelir ve toparlanmaya çalışır. Ardından tekrar şehre doğru yönünü çevirdi: "MADEM KOMUTAN YOK, O ZAMAN BU KARARI KENDİ VİCDANIMLA VERECEĞİM," diyerek bağırmaya başladı ve tam şehrin üstüne geldiğinde bombayı şehrin merkezine doğru bıraktı. Saniyeler içinde şehirde büyük bir patlama yaşandı. Bu patlama, oraya yakın olan diğer her yerden fark edildi. Pilot, "GEBERİN!" diyerek hızlıca oradan uzaklaştı.
Ancak ters giden büyük bir şey oldu. Pilot oradan uzaklaştıktan sonra bombanın atıldığı şehrin tam merkezinde patlama gerçekleştiği sırada bir portal ve Gökçe duruyordu. Etrafta büyük bir sihirli kalkan oluşmuştu bu yüzden patlama gerçekleşmesine rağmen hiçbirisine bir şey olmuyordu.
Gökçe sinirli bir şekilde zombilere doğru bağırıyordu: "Çabuk gelin aptallar, zamanımız daralıyor. Artık benim askerlerim olacaksınız. Sizi daha güçlü yapmanın vakti geldi."
Zombiler yavaşça sırayla portalın içine giriyorlardı. O sırada Gökçe'nin gözleri kırmızıya dönmeye başladı ve yüzünde sinsi bir tebessüm oluştu...
Tüm kanallarda öldürülen 8 askerin şehit haberi yapılıyordu, ancak gerçekler yansıtılmıyordu. Askerlerin virüse yakalanıp öldüğü söyleniyordu. Bu haberi gören aileleri ise gözyaşlarına kapılmış ve büyük bir acı çekiyorlardı. Askerler her aileye tek tek uğrayarak haber verdiler.
Bir asker ve arkadaşları kapıya gelip kapıyı tıklattı. Şehit olan askerin annesi, babası ve kardeşleri içeride ağlıyordu. Annesi ağlamaktan ve bağırmaktan sesi kısılmış, halsiz düşmüş ve bayılacak duruma gelmişti. Küçük kardeşler de ağlıyordu. Kapının tıklama sesini duyan baba kapıya doğru yöneldi, gözlerini sildi ve kapıyı açtı. Askerleri görünce gözleri doldu tekrardan.
Baba, kapıyı açtığında askerleri görünce gözleri doldu. Derin bir nefes çekti ve sesi titreyerek konuşmaya başladı:
Baba: "Siz... Siz..."
Asker, derin bir nefes aldı ve başını eğdi:
Asker: "Evet, maalesef... Size acı haberi vermek için geldik. Oğlunuz... Oğlunuz şehit oldu. Zombilerle savaşırken virüse yakalandılar ama kurtaramadık..."
Baba, gözleri dolmuştu, üzüntüden dudakları büzülüyordu ve askerin yakasına yapışarak titreyen bir sesle bağırmaya başladı:
Baba: "Neden onları kurtarmadınız? Neden tek başlarına orada bıraktınız? Onlar bunu hak etti mi, ha?"
Asker derin bir nefes aldı ve sakin bir ses tonuyla konuşmaya devam etti:
Asker: "Hissettiklerinizi anlıyorum, bu sizin için çok zor, farkındayım. Bizim acımız her ne kadar sizin kadar büyük olmasa da, en az sizin kadar biz de üzülüyoruz. Eğer ki bu sizi bir nebze de olsa rahatlatacaksa, bize bağırın, çağırın, gerekirse küfür edin ama olan oldu artık." Gözleri dolmaya başladı. Ardından şehit olan arkadaşının babasına sarıldı. "Gerçekten acınızı anlıyorum; hepimiz için büyük bir acı bu ama elimizden hiçbir şey gelmedi... Başınız sağ olsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Harabe Köy: Saklı Gerçeklerin Peşinde
AcciónBir grup üniversite öğrencisi, bir köyde Gökçe adında bir kadının dünya dışı varlıklarla iletişim kurmak için büyüler yaptığı iddialarını duyunca, bu gizemi araştırmak üzere yola çıkarlar. Köylüler, Gökçe'nin yaptığı büyülerin köye lanet getireceğin...