Açıklama sonda, iyi okumalar.
Asansör hareket etti ve üçüncü katta durdu, kapının açılması için heycanlanıyordum ama benle dalga geçercesine kapılar açılmıyordu. Kapıların yavaş bir şekilde açılması bana yüzyıllar gibi gelmişti. Fakat sonunda açılmıştı. Derin bir nefes aldım ve hışımla asansörden çıktım, Demir de arkamdan geliyordu. İki yüz seksen birinci odayı buldum ve önünde durmaya başladım. Neden durduğumu ben bile bilmiyorum, sadece duruyordum ve boş boş bakıyordum. Sanırım yakında doktora görünsem iyi olacak.
Demir öylece kapıya baktığımı fark edince alaycı bir şekilde güldü.
"Ne duruyorsun? Gerçekler, dediğin tüm şeyler bu kapının arkasında." dedi ve eliyle kapıyı gösterdi.
Dediği karşısında gözlerimi devirdim. Gerçekleri bilip bilmediğini bilmiyordum. Sadece, bildiğini düşünüyorum. Umuyorum. Ve ben her sefer umut ederim, bir mucize beklerim. Her zaman ki saf ben işte, fazla bir şey beklemeyin.
Korkakça kapıyı tıklattım ve 'Girin.' emrini beklemeye başladım. Demir'de arkamda bekliyordu. Ama hiçbir ses çıkmadı, kapıyı bir daha tıklattım. Fakat yine cevap gelmeyince kapıyı açmayı denedim ancak Demir beni kolumdan çekti ve gözlerime yoğunca baktı. Bunun sırası mıydı?
Kolumu kurtardım ve kapıyı açıp içeri girdim. Can hastane yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Hadi ama! O kadar kapı çaldığımı duyup uyanmamış mıydı?
İçeriye doğru adımımı atmamla tok bir sesin "Rahatsız edilmek istemiyorum, her kimsen dışarı çık. Kimseyle konuşacak keyfim yok." demesi bir oldu.
"Birisiyle konuşman için keyfinin yerinde mi olması gerekiyor?" dedim düz bir sesle ve içeriye doğru usulca adımlarımı attım.
Can şaşkınca kapamış olduğu gözlerini açtı. Ardından yüzünde tebessüm belirdi. Karşılık olarak bende gülümsedim ve yatağının yanındaki sandalyeye oturdum. Can'ın gülümsemesi büyürken elimi tuttu. Şaşırsamda elimi çekmedim. Benim yüzümden bu haldeydi. Aksine güven verircesine elini sıktım. Biraz uzağımızdan sahte öksürük sesi gelince istemeden elimi çektim ve öksürüğün ait olduğu kişiye baktım. Tabii ki Demir! Başka kim olabilir ki? diye haykırdı neredeyse iç sesim.
"Şey Can, sana bir kaç soru sorabilir miyim?" dedim teredüt ederek.
Can usulca kafasını salladı ve ellerini kucağında birleştirdi.
Derin bir nefes aldım. "İlk olarak sana Merve Altınbaş'ın Ege Kaya'yla iş birliği yaptığını söylemiştim fakat polisler Merve Altınbaş'ı sorguya bile çekmedi."
Can cevap vermek için ağzını açtı ancak konuşmasına izin vermedim. "Ve Merve Altınbaş'ın üç yıl önce yaptığı trafik kazası sonucunda ölen bir kız var, Deniz'in kardeşi, Merve hiçbir şekilde ceza almamıştı. Bunu nasıl anlamam gerekiyor? On beş yaşında, birini öldürebilir misin yani? Sorun olmaz. Ceza bile almasın, diyorsunuz yani." diyerek bitirdiğimde sinirden köpürüyordum. Nasıl bir şeydir bu?
Kazanın Türkiye'de gerçekleştiğini biliyorum ama Can bu olayla ilgilenmişti ve Merve'ye ceza vermemişti. Anlıyorum o zaman ilk yılıydı. Fakat o küçükcük beynini kullanamamış mıydı?
"İlk olarak, Merve Altınbaş'ın sorguya çekilmemesi nedeni: senin o Merve olduğunu tam olarak bilmemen. Masum bir kişi sorguya çekemem. Sırf bir kişi ona parmağıyla göstermiş diye." dediğinde gözlerimi devirdim. Sorguya çekmek zorundaydı. Ama uğraşmamak için yapmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İnanılmaz Yaz
Teen FictionSevmeyi bilmeyen kız. Gerçek aşkın ne demek olduğunu anlamayan saf bir kız. Bu dünya için fazla masum. Ama artık gerçek aşkını bulmak istiyor. O duyguyu tadabilmek istiyor. Üç erkek, üç gizem, üç bela. Hepsi birbirinden kötü: Katil, polis, kötü çocu...