Demir Ege'ye yumrukları indirmeye devam ederken o hiç tepki vermedi sadece güldü, hemde kahka atarak.
Duvardan destek alarak kalktım ve vücudumu işgal eden acıyı umursadan kavgaya yaklaştım.
Demir Ege'nin üzerine çıkmış bir saniye bile kaybetmeden yumrukları yüzüne vuruyordu.
Ege'nin güzel yüzü dağılmıştı bile.
Sıkıca Demir'in koluna yapıştım ve bağırmaya başladım. "Dokunma ona! Bırak! Demir! Kes şunu!"
Ama Demir hiç acımadan, benim sözlerimi umursamadan vurmayı devam ettiriyordu.
Ege'nin dağılmış yüzünü görmemle yaşlar sular gibi akmaya başladı ve bütün gücümle Demir'in sırtına vurdum.
"Demir, dokunma ona!" adeta gürlemiştim.
Demir aniden kan olmuş yumruklarını Ege'den çekti ve ayakta zor duran benim karşıma geçti.
Kaşlarını çatmıştı ve kendini tuttuğu ortadaydı. Buna rağmen sakinliğini koruyarak konuştu. "Sen ne zamandan beri katilleri koruyup kolluyorsun?"
Ses tonu yumuşaktı ama sıkmış olduğu yumruklardaki kan ve soğuk bakan gözleri bu yumuşaklığı yok ediyordu.
Avuçlarımın içi terlemeye başladı ve ne diyeceğimi bilemedim. Haklıydı. Ben ne zamandır katilleri koruyordum? Ama ben korumuyordum sadece acımıştım. Onun bu halini görünce, kalbim sıkışmıştı. Fakat konu bu değildi. Hiç kimse kimseye böyle davranamazdı. Demir de yapamazdı. Evet, Ege katil olabilir ama cezası bu değildi. Bunu hak etmemişti.
"O bunu hak etmemişti." dedim sessizce ve yandan Ege'ye baktım hala yerde yatıyordu. Bayılmak üzereydi. Bayılmadıysa tabii.
Demir'in kahkası beni kendime getirdi ve başımı kaldırıp ona baktım.
"Hak etmedi mi?" dedi kahkasını zorla da olsa bastırırken. "Bence bunun bin hatta on bin katını hak etti."
"Hastaneye gitmemiz gerek. Benim de senin de onu-"
"Gizem! Kendine gel! O sana-" sözünü kestim.
"Hayır! Bana tecavüz etmedi! Oyundu! Anlıyor musun! Oyun!" sinirle dişlerimi sıktım ve vücudumun her yerine kramp gire gire Ege'nin yapına yaklaştım. Ellerim arasına başını aldım ve kana bulaşmış yüzünü elimle silmeye başladım.
"Ona dokunmayı kes!" Demir sinirle tıslamıştı. Ama dikkatlice elimi yüzünde gezdirmeyi devam ettim. Yüzünü az da olsa kandan kurtarabilmiştim ama hastaneye götürmem şarttı. Demir bana yardım etmeyeceği için Ege'nin kollarından tuttum ve kendime çektim, artık oturuyordu.
Demir sinirle ileri geri yürüyordu. Umursamadım ve Ege düşmesin diye belinden tuttum fakat Demir sinirle kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı ve Ege beton zemine düştü. Oflayarak Demir'den kurtulmaya çalıştım ama kolumu sıkıca tutmuştu ve gözlerimin içine yoğunca bakıyordu. Derin bir nefes aldı ve gözlerini benden kaçırıp bir süre Ege'ye baktı ama yüzünde acıma falan yoktu sadece boş boş bakıyordu, onun baygın bedenine. Ardından yeniden bana döndü. "Eğer onu hastaneye götürürsem bana bir şans daha verir misin?"
Sorduğu soruyla gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Ne? Nasıl?"
"Biz yeniden ‘biz’ olabilir miyiz?" dedi usulca.
Başımı aşağı indirdim ve bir damla göz yaşımın pis zemine düşmesini izledim. Damlalar birbirini takip ederken başımı kaldırmadım. Söyleyecek bir şeyim yoktu. Ona yeniden şans veremezdim. Hem niye kalbimin acısını ikiye katlayayım? Neden yaşadığım acıları kendime bir daha yaşatayım? Ben ucuz değilim. Beni mecbur bırakmaya çalışıyordu, ben kabul edeyim diye. Kabul etsem o değişmezdi ki neden aptal bir kız yüzünden kendini değiştirsin? Kötü çocuk olmayı bırakıp iyi çocuk olamaz o. Onun kalbi kara, soyadı da yansıtıyor zaten bu karanlığı; Demir Kara.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İnanılmaz Yaz
Teen FictionSevmeyi bilmeyen kız. Gerçek aşkın ne demek olduğunu anlamayan saf bir kız. Bu dünya için fazla masum. Ama artık gerçek aşkını bulmak istiyor. O duyguyu tadabilmek istiyor. Üç erkek, üç gizem, üç bela. Hepsi birbirinden kötü: Katil, polis, kötü çocu...