Evet kelimeler biter bazen ne diyeceğini bilemezsin. Ve susarsın...O suskunluk da her şeyi anlatır aslında...
•●●·٠•●●•٠·˙
Uzun ve rahatsız edici bir sessizliğin ardından ağzımda bir şeyler gevelemeye çalışırken Ahmet Bey farkında olmadan imdadıma yetişerek "Meral... Adınız Meral mi?" diye sordu. Bir umutla ona doğru bakıp adımın bu olduğunu söylediğimde ise utanarak özür dileyip bahsettiği hastanın adının Eda Çetin olduğunu ve belli ki hafızasının bu konuda kendisini yanılttığını söyledi.
Bununla birlikte benim kadar Selim Bey'de o kadar rahatladı ki görmen lazımdı. Ağabeyinin hakkımda söylediği şey ile resmen bembeyaz olmuştu ama bir yanlışlık olduğunu anlayınca da hiç olmadığı kadar rahatladı. Beni hiç sorma çünkü sizi hatırladım dediği andan beri dizlerimin bağı çözük durumda. Buraya gelirken böyle bir şey ile karşılaşabileceğimi hiç düşünmemiştim doğrusu.
Bu tanıyıp tanımama konusu "şimdilik" rafa kalkarken Selim Bey hafifçe kıstığı gözleriyle ikimize bakıp "Siz daha önce şirkette mi karşılaştınız?" diye sordu. Ahmet Bey şaşırarak "Şirkette mi?" derken söze ben girdim ve Selim Bey'in yeni asistanı olduğumu söyledikten sonra da Selim Bey'e dönüp "Ahmet Bey bugün ışıklardan geçerken benim hayatımı kurtardı. Beni tam zamanında yakalamasaydı neler olurdu düşünmek bile istemiyorum. Şu an hayattaysam ve yanınızda sağ salim durabiliyorsam bu onun sayesindedir" dedim. Gerçekten de öyleydi. O olmasa şu an ya hastanelik olmuştum ya da dilimin varmayacağı bir yerde olurdum.
Selim Bey kuşkulu bir bakışla ağabeyine bakarken Ahmet Bey'in sempatik bir tavırla "Bana Ahmet de lütfen" demesiyle ne yapacağımı bilemedim. Gözlerim iki kardeşin arasında gidip geldi. Ağabeyinin bana karşı olan bu samimi tavrı Selim Bey'in hiç hoşuna gitmemiş gibi. Belki de araları bozuk olduğu için ağabeyinin her sözü ona batıyordur. Selim Bey sinirlenmiş gibi bakarak dudaklarını ıslatıp "Neyse artık içeriye girelim zaten biz fazla kalamayacağız" dedi. Hmm... Daha kapının önündeyken gitme lafı ettiyse sanırım bu kadar durduğumuz bile bir mucize olmalı.
"Amca nerede kaldın?"
Sese doğru döndüğümde salondan çıkan küçük bir erkek çocuğu önce bir duraksadı sonra da gözleri ışıldayarak koşup kaşla göz arasında Selim Bey'in kucağına atladı. Ahmet Bey'in oğlu herhalde. Çok da tatlı bir çocuk. Sanki biraz da Selim Bey'in küçüklük hali gibi. Saçları teni gülüşleri birebir aynı. Selim Bey ile birbirlerine düşkün olacaklar ki sarılışları ve birbirlerine bakışları bile çok ama çok sevgi dolu gözüküyor. O küçücük elleriyle boynunu bir sarışı var görmen lazım.
Ama yanıldım galiba Ahmet Bey'in oğlu değilmiş. Nereden mi anladım? Onlar sarılırken Ahmet Bey ufaklığın saçlarını karıştırıp "Buradayım amcacığım! Söyle bakalım yine ne oldu?" diye sordu. Bir dakika bir dakika! Ahmet Bey amcasıysa... Selim Bey kaç kardeş ki? Başka bir erkek kardeş daha mı vardı yani? Belki de masasında gördüğüm Kaan Atahan imzalı kalem gerçekten de üçü bir kardeşe aitti. Umarım onunla da bir tanışıklığımız yoktur. Aksi halde kalbimin buna dayanıp dayanmayacağı konusunda büyük çekincelerim var.
Küçük çocuk "Dedem neden hâlâ gelmediğini soruyor" dediğinde Ahmet Bey yeğenine göz kırparak "O halde Haluk Bey'i kızdırmadan yanına gitsem iyi olacak" dedikten sonra bize doğru döndü ve "Kapıda kalmayın lütfen içeriye buyurun" dedikten sonra salona geçti. Ben tebessüm etmeye çalışarak şaşkın şaşkın bakınırken Selim Bey de ufaklığı aşağıya indirip "Dedeni yormadın değil mi?" diye sordu. Ne oluyor Allah aşkına? Benim bir miktar kafam karıştı sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Mektup (Dizi Tadında)
RomanceHiç kimsenin bilmediği bir sırrın oldu mu? Soruyorum çünkü benim oldu ve belli ki bu konuda yanıma bir yandaş arıyorum.Ben hayatımda ilk defa sevdiklerimden bir şey gizliyorum.Bunun verdiği ağırlığı tahmin edemezsin.Ama şu an düşünüyorum da bu sırrı...