Merhaba, bundan sonra üç bölüm olacak eğer sığdırmayı başarırsam. Boş zamanım olursa yarında yeni bölüm yazacağım, olmazsa haftaya cuma kesin gelir. Hepinize iyi okumalar ^^
Ask.fm: standros
Multimedya, Sahra.
-Bir maraton koşmuşçasına hızlı atan kalbimin sesleri, karanlık gökyüzünde yankılanıyordu. Tüm sesler, birer uğultuya dönüşmüştü. Vücudumu yeteri kadar hissedemesem de içimde ki baskı, dışımı parçalar nitelikteydi. Bacaklarımdan akan kaygan sıvı, başlayacak olan kıyametin habercisi niteliğindeydi. İçimde, ölen bir şeyler vardı. Tanrım, annem ve babamın ölümünü önlemek için geç kaldığımı biliyorum fakat bir geç kalınışı daha kaldıramaz, kalbim. Bu yüzden cehennemimin ortasında ki cennet bahçesini, bana bağışla.
Gözlerimi açtığımda bir sedyenin üzerinde hızlı adımlarla götürülüyordum. Rüzgar'ın parmakları, elimi okşuyordu. Endişeli bakışlarının sebebini biliyordum fakat gerçeği kabullenemeyecek kadar güçsüzdüm. Erken doğumların çoğu ölüm veya ciddi rahatsızlıklarla bitiyordu ve ben, erken doğum yapıyordum. Bilincim, bu gerçeklikten kaçmak istiyordu fakat kaçacak en ufak bir yer bile yoktu.
''Yanındayım Safir, geçecek.''diye fısıldadı, Rüzgar.
''Sorun yok.''demekle yetindim. Acıdan, konuşamıyordum.
''Anestezi uygulayacağız, normal doğum için çatısı çok dar.''dedi, doktor.
''O, iyi olacak mı?''diye sordu Rüzgar, kadın ise hiçbir şey söylemeden kafasını sallamakla yetindi. Sonrasıysa, seslerin ve görüntülerin birbirine girdiği karanlıktan ibaretti.
-
Kaybetme korkusu, ölümden bile daha üstündür. İnsan, öleceğini bilir ve bunu kabul ederek yaşar. Fakat sevdiğimiz birini kaybetmek, kabullenebileceğimiz bir şey değildir. Ölümü hissettiğim an bile sevdiğim birini kaybedeceğim zaman ki kadar korkmamıştım. Bu yüzden herkes, sevmeye zayıflık derdi. Korkularımız, bizi biz yapandı fakat bir o kadarda, bizim zayıflığımızdı.
Sevgi, çok yüce bir duyguydu. Her insanın, sevmeyi ve sevilmeyi bir kez olsun tatması gerekiyordu. İyi veya kötü de olsa, o deneyimi yaşamak önemliydi. Çünkü birini sevmek hatta birini, kendinden daha çok sevmek beraberinde yabancısı olduğumuz duyguları getirirdi. Bu duygular, insanı hem yaşatır hem de öldürürdü.
Ben, yağmuru çok sevmiştim. Yağmuru hissedebilmek için hiçbir zaman şemsiye taşımamıştım yanımd. Tanrı'dan bize bir armağan olarak düşünmüş ve ruhumu tüm çıplaklığıyla yağmura sunmuştum. Her bir yağmur damlası, değdiği yerde ki sevgi tohumlarını beslemiş ve büyütmüştü. İnsanlar, yağmurdan kaçarken ben, yağmura kucak açardım.
Küçükken, tanıdığım çoğu kişi prenses, ev hanımı, kraliçe veya Barbie olmak için hayaller kurardı. Ben, ilk hayal kırıklığımı yaşayana kadar hep yağmur damlası olmanın hayalini kurmuştum. Ömrüm, bir günlük olabilirdi fakat o bir gün, tüm yaşamıma değecekti. Denizlerle buluşacak, başka tenlere karışacak, özgür olacaktım. En önemlisi, öldüğüm zaman geriye bir armağan bırakacaktım. Gökkuşağını hissederek ölmek, en güzel ölüm olmalıydı.
Sonrasında gerçek dünya ile tanıştım ve dünyanın, yağmuru hak etmediğine inanmaya başladım. İnsanlar, yağmura şemsiye açacak kadar günahkârdı ve yağmur, ruhumuzu temizlemek isteyecek kadar fedakârdı. Fakat yeterli gelmeyecekti. Çünkü her insanın içinde kasvetli bir siyah vardı, ne karın beyazlığı ne de yağmurun damlaları, zihnimiz ve kalbimizde ki karanlığı yok edemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAPLANTI
ActionYıllar boyunca geceleri evine gelip, kendisini izleyen o adamdan kaçan Sahra sonunda gerçekleşlerle yüz yüze geldi. Tek hatası, eski sevgililerine benzeyen kadınları saplantı haline getiren adamla aynı barda olmaktı. Adamın sınırları yoktu, kadının...