Bu bölüm geçiş bölümü, normalde bir hafta bekletecektim sizi. Bekletmek istemediğim için kısa da olsa bir bölüm yayınladım:)
-Bileklerimde ki prangalar çözülmesine rağmen hâlâ daha izleri ve acısı orada duruyordu. Tıpkı yaşananların az önce de kalmasına rağmen canımı yakmaya devam etmesi gibi. Öldürmüştüm, ölüme sürüklenmiştim , sayısız ölüm görmüştüm fakat bu bambaşkaydı. Atmaya devam eden kalbim, vücudumun içinden sökülüp alınmıştı. Akmaya devam eden gözyaşlarım eşliğinde sindiğim köşeden kalktım ve annem ile babamın cesetlerinin yanına gittim. Kanlı parmaklarımı, ailemin temiz cesetin de gezdirmeye başladım. Babamın ölmeden önce ki bakışları asla aklımdan çıkmayacaktı, bugün yaşanan her şey benim en büyük kâbusum olarak kalacaktı.
Parmaklarıma kandan gözükmeyen saçlarının üzerinde dolaştırdım, eğilip yanağına doğru bir öpücük kondurdum. Nasıl bir acıydı bu böyle? Yaşarken öldüğümü hissediyordum. Tenimin her bir santimi neşterle deşilmiş gibiydi. Akan gözyaşlarım, yerde ki kan damlalarının arasına karışıyordu. Vücudumda ki kesiklerden akan kan, ailemin üzerine doğru damlıyordu. Annem ve babamın cesetlerine kollarımı sardım, cennet kokan annemin saçları artık kan kokuyordu. Ne yapabilirdim ki? Ölse de benim annemdi o, bana can verendi. Bana can veren insanların, canlarını almıştım.
''Özür dilerim,''diye mırıldandım hıçkırıklarımın arasından. Bugün itiraf günüydü, beni öldüren her şeyi itiraf edecek ve hayatımı o piçi öldürmeye adayacaktım.
''Ben, size hiç bir zaman sımsıkı sarılamadım. Hiç bir zaman sizi sevdiğimi söyleyemedim size, hiç bir zaman resim derslerinde ailemizin resmini çizemedim. Ben, ben... sizin için yeteri kadar savaşamadım. Belki çok iyi bir aile olamadık, belki bağlarımız kuvvetli olamadı ama ben sizi seviyordum,''
''Sizin için hayata geri dönecek kadar çok seviyorum sizi, intikamınızı almak için yaşamayı göze alacak kadar çok, affedin beni çünkü ben kendimi asla affedemeyeceğim.''
Geriye doğru çekildikten sonra son kez annem ve babama doğru baktım. Bugün eski hayatımın son günü olacaktı, bu yüzden tüm kırgınlıklarımı toparlayıp, göz kapaklarıma sundum. Rüzgar, ben bu hâldeyken eğlenebiliyordu. O kıza söylediği şeyleri hâlâ unutamamıştım bile. Şimdiye kadar neredeyse üç kişiyi öldürmüştüm, bu rakamın artacağını biliyordum. Ben masum değildim, kötü bir insan da değildim. Ne yazık ki artık bunun garantisini veremezdim, hayatın koşulları benim bu hâle gelmememi sağlamıştı. Öldürecektim ve bunu gözümü dâhil kırpmadan yapacaktım. Beni bu duruma sokan her bir insanı, harcayacaktım.
Ben kırgın değildim , ben paramparçaydım. İlk defa parçalanmak bu kadar işime gelmişti, dokunmaya kalkan kişi sadece hasar almakla kalacaktı. Kalbim, ucu keskin cam parçalarına bürünmüştü. Can alma sırası bendeydi.
Son gözyaşımı da akıttıktan sonra ayağa kalktım ve babamın kemerini çözüp, ellerimin arasına aldım. Kemerin uç kısmını kameraya gelecek şekilde ayarladıktan sonra son kez kameraya doğru baktım.
''Bu sadece bir başlangıç,''dedim ve toka kısmını kameranın lensine gelecek şekilde serbest bıraktım. Kameranın ekranı sağlam bir şekilde kırıldığında tatmin olmuş gibi gülümsedim. Bu sadece bir başlangıçtı. Frankenstein'ın hikayesinin bir alt versiyonu gibiydik. Victor, Frankenstein'ı büyük bir emekle yaratmıştı fakat Frankenstein gözlerini gerçek dünyaya açtığında Victor, korkup kaçmıştı. Hayatını ondan kaçmaya adamıştı ama başarısız olmuştu. Kemeri belime bağladıktan sonra gelecek kişileri beklemeye başladım.
İki kişi odanın içine girdi, yapacakları hamleyi beklemeye başladım. İçlerinden bir tanesi silahını çıkartıp, tehdit eder gibi üzerime tuttu. Tebessüm ettikten sonra yanlarına doğru yavaş adımlarla ilerledim, afallamış bir şekilde adımlarımı takip ediyorlardı. Ani bir hareketle belimden çıkarttığım kemeri sol tarafta ki adamın boynuna sıkıca sardım. Düşmek üzere olan silahını elime aldım, karşıda ki adam ateş açmaya başladığında , önümde ki adamın arkasına sığındım. Sonunda mermisi bittiğinde iki el ateş açtım, önümde ki iki cesete doğru baktım. Bu oda , bugün 4 tane ölüm görmüştü. Koridora doğru ilerledim, bir oyunun içinde olduğunu biliyordum. Normalde silah sesine bir sürü koruma buraya toplanırdı.
''Harika gidiyorsun, öldürdün ve üzülmüyorsun.''dedi nefret ettiğim sesin sahibi.
''Sana doğru geliyorum,''diye mırıldandım.
''Çok görmek isterdim ama soldan üçüncü kapıda seni bekleyen biri var,''dediğinde söylediği yöne doğru ilerlemeye başladım.
Vücudumu ele geçiren bir korku veya heyecan yoktu, görebileceğim kadar ölüm görmüştüm. Yeni bir ölüm , yeni bir öldürme sebebi demekti.
''Biliyor musun Sahra? Çift karakterli olabilirsin,''diye mırıldandığında kameraya doğru orta parmağımı gösterdim.
Kapıyı hızlı bir şekilde açtığımda karşımda kesinlikle Rüzgar'ı görmeyi beklemiyordum. Okyanus mavisi gözleri, soluk bakışlarla etrafa bakıyordu. Göz altları morarmış, yumruk yaptığı elleri kanamıştı. Sakalları uzamış, dolgun dudaklarını korumak istermiş gibi sıralanmıştı. Bir adım daha atıp bana doğru yaklaştı, yapma Rüzgar. Beni hayata döndürme, benim yeniden mucizelere inanmamı sağlama. İçimde ki aşkını, ortaya çıkartıp beni intikamımdan uzaklaştırma.
Mutlu olan günlerimi hatırlatma bana Rüzgar, acıya alışmam lazım. Yoksa hep seni özlerim, hep sana bağlı kalırım. Rüzgar, sana o kadar alışmıştım ki , o kadar karışmıştım ki kokuna sen olmayınca yarım kaldım, ölüyorum sandım. Senden sessiz özürler diliyorum canımın en içi, sana yeniden alışırsam bir daha sensizlikle sınanamam. Kırıklarımı toplamana izin verirsem, bir daha asla kırılma riskini göze alamam.
Bana öyle özlemin en güzel tonlarını içeren gözlerinle bakma, kaldıramam. Tüm hatalarına rağmen , sana sarılıp ağlamak istiyorum. Tüm yaşananlara rağmen son ölümümün dudaklarından gerçekleşmesini istiyorum.
Ayağa kalktı ve hiç bir şey demeden bana sarıldı, kokusu tüm ruhumu sarmalarken onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Hayır, hayır yapmamalıydım. O resimleri ne kadar çabuk unutmuştum?
''Safir, bir daha beni bırakma. Ne halde olduğum hakkında bir fikrin var mıydı?''dedi acı çeker gibi.
''Uzak dur,''dedikten sonra onu iterek geriye doğru çekildim. Gözlerine, kırgınlık ve şaşkınlık hâkim olurken bakışlarımı ondan kaçırdım.
''Nerede o?''diye bağırdım tüm gücümle.
''Sahra, burada kimse yok. Savaş'la birlikte herkesi indirdik.''
''Savaş nerede?''
''Savaş, bana mesaj yollamanın bir yolunu bulmuş. Yerinizi tespit ettik ve buraya geldik, dışarıda ki korumaları indirdik fakat içeride kimse yoktu. Senin görüntünü ekrana yansıttılar, burada beklersem seni serbest bırakacaklarını söylediler.''
''Gitmedi, burada.''diye bağırdım son sesimle birlikte.
''Neredesin? Korktun mu yoksa, seni öldürmemden mi korktun?''diye mırıldandım gülerek.
''Ah zavallı, ben hiç bir zaman burada değildim ki. Bu kadar teknoloji cahili olmamalısın, Rüzgar'ı yok sayarak testi tamamen geçtin. Gidebilirsin, yıkım makinesi.''
''Ne söylüyor lan bu? Seni elime geçireyim ölünü dirini sikeceğim.''diye gürledi Rüzgar.
''Sen karışma, senin ne bok yediğini iyi biliyorum ben. Eğer birazcık aklın varsa, benden uzak durursun.''dediğimde üzerime doğru yürümeye başladı. Beni duvar ile kendi arasına aldığında belimde ki silahı çıkartarak, Rüzgar'ın kalbini hedef aldım.
Rüzgar ilk bana, sonra da silaha doğru baktı. Acı kokan bir gülümseme bahşetti, gözlerinin dolduğunu görebiliyordum. Kırmızı damarlar, beyazlarına hâkim olmuştu.
''Hadi öldür kendini, öldür bende ki seni.''
''Bir kalp sadece bir kişiye ait olmalı, sen gülerken ben kendimi defalarca öldürdüm.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAPLANTI
ActionYıllar boyunca geceleri evine gelip, kendisini izleyen o adamdan kaçan Sahra sonunda gerçekleşlerle yüz yüze geldi. Tek hatası, eski sevgililerine benzeyen kadınları saplantı haline getiren adamla aynı barda olmaktı. Adamın sınırları yoktu, kadının...