1. Bölüm

24K 648 37
                                    

“ Ama gidecek hiçbir yerim yok!” 

Yağmur, kıyafetlerimi ikinci tenimmiş gibi üzerime yapıştırırken; soğuk rüzgâr kemiklerime kadar işliyordu. Öfkeden ve soğuktan titreyerek kollarımı ovuşturdum. Kaldığım yerden kovulduğuma inanamıyorum! 

“ Bu senin problemin tatlım,” dedi resepsiyoncu kadın, ağzındaki sakızı balon yapıp patlatırken. “ Şimdi git, yoksa polisi çağıracağım.” Ardından hiçbir merhamet kırıntısı göstermeden paslı kapıyı yüzüme kapatıp beni Londra’nın tenha sokaklarında yapayalnız bıraktı. 

“ Pis sürtük,” diye mırıldandım. Çantamın sapını çapraz olarak omzuma geçirdim ve yürümeye başladım. Sinirden ağlamak üzereydim. Bunu bana nasıl yaparlardı? 

Önümdeki boş şişeyi tekmelerken bir yandan da acınası hayatımı düşünmeye başladım. 25 yaşındayım. Ailem için bu yaş; üniversiteyi bitirip güzel bir iş bulmanın ve aile kurmak üzere ‘hazırlıklara’ başlamanın tam zamanı. Fakat benim daha başımı sokacak bir çatım bile yok. Kaldığım ucuz pansiyon için bile fazla fakirdim. Para kazanmak için yapabileceğim hiçbir şey de yoktu. Çalıştığım kafeden daha bugün ayrılmıştım.

Derin bir iç çektim ve sweatimin kapüşonunu daha da aşağıya çekiştirdim. Yağmurdan nefret ederim. Kesinlikle romantik falan değildi, sadece ıslaktı. Islak, soğuk ve yapışkan. Iykk! 

Hızlı adımlarla yürürken bir yandan da nereye gidebileceğimi düşünmeye başladım. Evinde kalabileceğim hiç arkadaşım yoktu. Bütün arkadaşlarım ya hapiste, ya sokakta ya da kaçaktı. Hiç kimsenin kapısını çalmaya da niyetli değildim. Belki de Hyde Park’a gidip, bankını benimle paylaşmak üzere bir evsizi ikna edebilirdim. Ya da henüz uyuşturucudan sızmamışsa Max’ten gelip beni almasını isteyebilirdim. 

Güçbelâ elimi daracık kotumun cebine soktum ve telefonumu çıkarttım. Ekran yeşil ışıkla aydınlandı. Saat gecenin üçüydü. Hiç şansım yoktu.

Sokak lambalarının aydınlattığı boş caddeye baktım. Ayak seslerim yankılanıyordu. Bu saatte herkes evinde; sıcacık yatağında, eşlerine sarılmış bir halde uyuyorlardı. İçimden ‘Tanrım,’ dedim. ‘ Eğer bunu bana kilisenin bağış kutusundan aldığım o yirmilik için yapıyorsan; söz veriyorum, elime para geçtiği an onu oraya geri koyacağım.’

Tam tepemde, şiddetli bir gürültüyle şimşek çaktı. 

“ Hadi ama” diye bağırdım yumruğumu havaya sallayarak “ Sadece dokuz yaşındaydım!” 

“ Yağmur duası mı ediyorsun?” 

Öfkeyle yumuşak sesin sahibine döndüm. Yirmili yaşlarında, hatta belki daha genç, bir erkekti. Yağmur yüzünden siyah saçları alnına yapışmıştı. Çikolata kahvesi gözleri sevecen bir ifadeyle ışıldıyordu. Geniş burnu, gamzeli bir çenesi ve ince dudaklı, küçük ağzıyla uyum sağlayan küçük gözleri vardı. Dudaklarının kenarı her an gülümsemeye hazırmış gibi kıvrıktı. Üzerine süslü ‘H.H’ harfleri dikilmiş beyaz bir lacoste ve siyah pantolon giymişti.

Harika. Şimdi de karşıma iyi niyetli ve yüzde doksan bakire bir genç çıkmıştı. Muhtemelen bana derdimi soracak ve evini açacaktı. Ardında sabaha huzur içinde uyandığımda bana hayat hikâyemi anlattıracaktı. Sonra aramızda sıcak bir ilişki doğacaktı ve biz, birbirimizin tamda aradığı o aşk olduğunu anlayacaktık. İşler ciddileşecek, bana evlenme teklifi edecekti. Bende kabul edecektim tabii-niye etmeyeyim? Evlenecektik, üç çocuğumuz olacaktı ve ben dördüncüsüne hamileyken, onu dadımızla basacaktım. 

Tüm bu olayları takiben, bodrumdaki tüfeği alacak ve önce o lanet sürtüğü, sonrada onu vuracaktım. Hapse girecek ve çocuklarımın ıslah evine… 

CENNETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin