3. Bölüm

11.9K 503 18
                                    

Bir şey yüzümü yakıyordu. 

İstemeye istemeye gözlerimi açtığımda kör olacağımı sandım. Güneş, bütün ışıklarını Londra’ya doldurmuş gibiydi. 

İnleyerek yorganı başıma çektim ve biraz daha uyumayı umdum ama artık uyuyamayacağımı çok iyi biliyordum. 

Yaklaşık on dakika daha yatakta debelenerek kendimi oyaladım. Ardından yorganı başımın üzerinden çekip aniden kalktım. Bu uyanmak için kendime uyguladığım en ayıltıcı fakat mazoşistçe yöntemdi çünkü her seferinde başım dönerdi ve yere düşüp kalmamı kırma tehlikesi geçirirdim. Fakat bu sefer öyle olmadı. Uykumu gerçekten iyi aldığımı hissediyordum. Keyifle gerinerek pencerenin yanına gittim ve manzaraya baktım. Telaşla koşuşturan insanlar bütün sokağı kaplamıştı. Kimse bu tarafa bakmıyordu. İş kadınları, şirket sahibi ciddi görünüşlü adamlar, güneşin tadını çıkartan gençler ve çocuklar, koşuşturan kedi ve köpekler… Herkes ve her şey, gece yağmurun yıkadığı fakat şimdi güneş yüzünden çoktan kurumuş ve tozlanmaya yüz tutmuş kaldırımlarda yürüyor, yollara atlıyor, güneşi kutluyor gibiydi. Londra’da bu denli parlak bir havayı her zaman bulamazdınız. 

Telefonuma baktığında saatin on iki olduğunu gördüm. Kimse beni uyandırmaya gelmemişti. Belki de onlarda uyuyorlardı. Sonuçta buranın pek iş yaptığını zannetmiyordum. Max üç kere beni aramıştı. Bugün onu görmem gerekiyordu fakat onu görmek için fazlasıyla neşeli sayılırdım. 

Duş almak için banyoya girdiğimde en az yatak kadar yumuşak, açık sarı renkli pelüş bir bornozun ve havluların kapıya asılı olduğunu gördüm. Sırıtarak üzerimdekileri çıkarttım ve kendimi kocaman jakuzinin nimetlerine bıraktım. 

Her şey harika gidiyordu. Bundan güzel ne olabilirdi ki? Muhteşem bir yatakta uyuyup uyanmıştım ve kâbus görmemiştim-ki kâbus görmediğim gecem yok sayılırdı-Güneş açmıştı, kuşlar ötüyordu ve ben- 

“ Lanet!” 

Suyu hızla kapatıp kendimi jakuziden dışarı attım. Su buz gibiydi! Tamam, sıcak suyla yıkanmayacaktım ama en azından üzerimdeki kiri atmak ve biraz yumuşamak için ılık suya ihtiyacım vardı. 

Sızlanarak bornozu üzerime geçirdim. Grace bana sadece üst kata sıcak su olduğunu söylemişti. Bunu nasıl unutmuştum? 

Kafamı boş koridora uzatarak birinin olup olmadığına baktım. Kimse yoktu. Anahtarı bornozun cebine koydum ve havluyu kolumun altına sıkıştırarak sessizce koridora çıktım. Aslında böyle yaparak riske giriyordum ama otellerde her zaman bir arka çıkış, gizli merdiven ya da çalışanların kullandığı yollar olurdu. Üst kata gözlerden ırak bir çıkış bulmak için kapının ters tarafına doğru ilerlemeye başladım. En sonunda sadece “çalışanların” kullanabileceğini söyleyen bir kapı buldum. Bingo! 

Kapıyı açtığımda soğuk hava yüzüme vurdu. Burası beyazla boyanmış dar bir yerdi. Zamanında griye boyanmış olduğu belli olan paslı metalden merdivenlere doğru bir adım attım. Ayağımın üşüdüğünü hissettiğimde neredeyse varmıştım. Başımı eğdiğimde ayaklarımın çıplak olduğunu fark ettim. Esmer tenime tezat beyaz renkli ojelerim bozulmadan duruyorlardı. İçimi çektim. Buranın halıları bile bana o kadar yumuşak gelmişti ki ayaklarımın çıplak olduğunu unutmuştum. Biliyorum bu pek normal bir şey değil. Ama yedi sene paslı, kirli, çamurlu yerlerde dolaştığını varsayın. Bazı gecelerinizi sokakta geçirdiğinizi, üzerinizdeki tek şeyin ince gazete kâğıtları olduğunu düşünün. Altınızdaki betona ve yastığınızın olmamasına rağmen uyuduğunuzu… Çantanızdaki tek kıyafetin iki kot, bir eşofman, birkaç elden düşme sweat ve ucuz çoraplar olduğunu düşünün. Uyuşturucudan mahvolmuş, hayatınızı borçlandığınız adama baktığınızı varsayın. Onu polislerden koruduğunuzu. Her fırsatta para verdiğinizi. Ailenizin sizden ümidi kestiğini düşünün… Onlardan yardım bile isteyemediğinizi… Sizi olduğunuz şey için reddettiklerini düşünün… 

CENNETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin