Kapının camından kendi yansımama bakarken Janice ile Michael yemekten dönüp gitmek üzere olduğumu gördüler. Janice buna şiddetle itiraz ederken, Michael’da çantamı kaptığı gibi odama götürmeye başladı. Ardından Sasha geldi ve beni şaşırtarak kalmamı istedi. En sonunda başımı önüme eğdim fakat onlar beni ikna etmeden çok önce, Oliver o tek sözcüğü söylediğinde kararımı vermiştim zaten.
Grace benim için Logan’la konuşacağını söylediğinde içimdeki dehşetin yüzüme yansımaması için büyük bir çaba harcadım.
“ Onu çağıracağım.” Resepsiyondaki beyaz telefona uzandı.
“ Hayır!” diye bağırdım. Dönüp şaşkınca bana baktığında “ Belki de onu rahatsız etmemeliyiz.”
“ Saçmalama,” dedi Grace. Ardından numarayı çevirdi ve birkaç saniye bekledikten sonra “ Logan,” dedi. “ Seninle konuşmak istediğim bir konu va… Evet, onun hakkında. Tabii.”
Telefonu kapatıp bana döndü “ Sanırım bugünlerde şans bize gülüyor. Logan ayık haldeydi ve yukarı gelmemizi istiyor.”
Nefesimin kesildiğini hissederek “ Sen git lütfen,” dedim. “ Ben bu tarz şeylerde pek iyi değilimdir… Kararı beklediğimi söylersin.”
Sonra onun cevap vermesine imkân vermeden, topuklu ayakkabılarımın elverdiği ölçüde hızla koşmaya başladım. Hızla odama girip kapıyı kilitledim ve ayakkabılarımı çıkarıp kendimi yatağa attım. Kalbim göğüs kafesimden fırlayacak gibiydi. Gözlerimi sımsıkı kapattım ve tüm bunların bir rüya olmasını diledim. Sadece ve sadece kötü bir rüya...
Sabah odamın kapısının çalınmasıyla uyandım. Kotum yüzünden sarsak adımlarla kapıya gittim ve kim olduğunu umursamadan kapıyı açtım. Muhtemelen Grace ya da Janice gelmişti.
Fakat gelen ne onlar, nede Michael yada Sasha’ydı. Logan kapımın önünde duruyordu.
Kapıyı şiddetle yüzüne çarpacakken filmlerdeki gibi havalı bir biçimde ayağını kapının önüne koydu.
“ Git buradan!” diye haykırdım. Bir yandan da sesimin duyulması için dua ediyordum.
“ Sadece konuşmak istiyorum.”
“ Hayır!”
“ Lütfen, ben…”
Bu sırada o muazzam gücüyle kapıyı ardına kadar açtı. Bunu beklemediğim için yere düştüm ve yanımda duran topuklu ayakkabımın tekini kavradım.
“ Düştün mü? İzin ver kaldırayım.” Nazik bir biçimde elini bana uzattı fakat öfkeyle eline vurdum ve geri geri emeklemeye başladım. Tuhaf bir biçimde bana bakarken en sonunda sırtımı duvara yasladım ve elimdeki ayakkabıyı göstererek “ Benden uzak dur,” dedim. “ Yoksa bunu kullanmaktan çekinmem.”
Önce on santimlik topuklu ayakkabıma, sonrada bana baktı.
“ Korkuyorsun,” dedi şaşırmış bir şekilde. “ Benden korkuyorsun.”
“ Elbette seni sersem!” diye bağırdım. “ Beni duvardan duvara vurdun!”
“ Sırtın nasıl?” Bana yaklaşınca olduğum yere iyice büzüştüm. Yalvarır gibi bana baktı ve üzgün bir sesle “ Lütfen,” dedi. “ Özür dilerim, sana zarar vermeyeceğim.”
“ Sana inanmıyorum,” diye hıçkırdım. Aniden gözlerim yaşarmıştı. Dün kendimi o kadar çok tutmuştum ki, duygularımı doğru dürüst açığa vuramamıştım bile. Benim ağladığımı görünce üzgün ifadesi daha da derinleşti. Nasıl bu kadar iyi rol yapıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CENNET
Roman d'amourGeçmiş üzerinize bir gölge gibi düştüğünde, sevginizi şüpheyle yıktığında, Cennet'i Cehennem'e çevirdiğinde ve bütün güzel düşleri yıktığında; güvenebileceğiniz tek şey aşktır.