4-KANKALARIN YÜKSELİŞİ

41.2K 3.9K 405
                                    

Multimedia, Füsun

   Hava babamın endişesinin aksine ocak ayının başı için şaşılacak derecede güzeldi. Pedallara asılıp çevirdikçe hızlanan nefesim bir süre sonra kendine bir tempo buldu. .

   Yüzüme vuran sabah güneşinin de yardımıyla bırakın üşümeyi terlemeye başlamıştım bile. Ara sokaklardan kıvrılarak okula giderken bir kez daha semtin tüm ruhunu içime çektim.

   Ailem her ne kadar çok eski olduğu için yeni evimizi çok benimsemiş olmasa da ben eski bir dostla çok uzun zaman sonra ilk kez görüşüyormuşçasına mutluydum. Tuhaf bir şekilde ilk kez gelmiş gibi değil de, ait olduğum yere geri dönmüş gibiydim.

    Bina yaşını göstermeyen kadınlar gibiydi. Küçük bahçesinde apartmanın son katını bile geçmiş selvi ağaçları olmasa eski olabileceği aklınıza gelmezdi. Balkon demirlerine tutturulmuş hercai menekşe, sıklamen, açelya ve çuha çiçekleriyle zarifçe direniyordu zamana. Ayrıca içinde bulunduğu mahalle de konum ve yaş itibariyle birbirinden farklı insanların yaşadığı rengarenk bir mozaik gibiydi.

    Şapka takıp baston kullanan İstanbul beyefendilerinden tutun, ince buruşuk dudaklarını kıpkırmızı boyayıp broş takan kokoş teyzelere, dövmeli uzun saçlı gençlerden, büstiyerle dolaşan piercingli kızlara kadar her çeşit insan vardı bu sokaklarda.

   Bisikletle gitmemin bir avantajı da her defasında yeni bir yol deneyerek Google MAP gibi kendi haritamı oluşturmaktı. Sadece birkaç ayda semti, evdeki herkesten daha iyi bilir hale gelmiştim.

   Kafamda oradan oraya sıçrayan her biri birkaç saniyelik absürt kısa filmler geçidi sürerken okula gelmiştim bile. Hepi topu 10 dakika sürmeyen yolda ne kadar çok şey düşündüğümü fark edip kendi kendime gülümsedim.

    Bisikleti öğrenciler için ayrılmış bölüme iteleyip sırt çantamdan çıkardığım kilidini taktım. Anahtarını da çantamın ön gözüne atıp, bahçede ders başlayana  oturabileceğim bir bank buldum.

   Az sonra dersin başladığını bildiren, eski bir Barış Manço şarkısıyla sınıfımın bulunduğu üçüncü kata çıktım. Füsun erkenciydi. Sıraya ters oturmuş arka sıradaki Mert yani nam-ı diğer Merdo'yla bilek güreşi yapıyordu.

   Gülümseyerek yanlarına gidip ''Günaydın.'' dedim. Mert, bir kıza bilek güreşinde yenilen çocuk olmak istemediği için sıkılı dudaklarını gevşetmeden başıyla karşılık verirken Füsun' 'Oo günaydın prenses.' ' dedi.Sanırım lakap konusunda geç kaldım ama prenses nereden bakarsam bakayım bakın kötü değildi.

   ''Ben doğru mu görüyorum Füsun seni zorluyor mu?" dedim Mert'e çantamı sıranın altına yerleştirirken. Füsun kıkırdadı, Mert ise ''Her gün kelle paça içerse olacağı bu.'' dedi.

''Nee! kelle paça mı?'' derken küçük bir çığlık attım. Füsun cevap vermek yerine bileğine seslenip 'Hadi Pikaçu, gösterelim onlara!' dedi ve ters güç karşısında titreyen bileğini rakibine doğru bir derece daha eğdi.

Olası yenilgisine gerekçe arayan Mert ise ''Ne sandın? Her sabah  Bahri'nin Yerinde çorba içiyor bu amazon.'' dedi. İyice neşelenmiştim.

    Yaklaşık 3 aydır yanında oturduğum kız hakkında ne kadar az şey bildiğimi o anda fark ettim. Şaşkınlığımı gizleme gereği duymadan Bahri'nin Yeri' ni sordum.

Mert cevaplamak için sol elini kaldırıp ''Sahilin oradan yukarıya çıkarken''....diyordu ki ;denge kurduğu elini kaldırdı ve Füsun bu dalgınlığı affetmedi. Mert'in bileği tek hamlede büküldü ve çok önemsediği karşılaşmayı bir anlık dikkatsizlikle kaybetti.

    Füsun sevinçle Mert'in başını kolunun altına alıp sıkıştırdı ve Mert'in saçlarını karıştırdı. Bu hareket o kadar absürd görünüyordu ki kendimi tutamayıp kahkahalar attım.

   Tarih Hocasının sınıfa girişiyle toparlandık. Mert darmadağın saçlarını düzenlerken Füsun'a rövanş için yalvarıyordu. Füsun , ona elini öpüp sınıfın önünde –üstadım- demesi karşılığında yeni bir maç yapabileceklerini söylerken aklıma Füsun'a vereceğim hediye geldi. Göz ucuyla hocaya bakıp tereddüt ettim.

    Tarih Hocamız, Murtaza Bey şimdiye dek tanıdığım en asık yüzlü adamdı ve ders dışı bir muhabbete ya da espriye tahammülü yoktu.

Onu derste kızdırmayı göze alırsak ardından yaklaşık bir ders süren, kendi çocukluğundan tutun, öğrenciliğinde hocalarına ne kadar saygı duyduğuna, müdür görünce korkudan yol değiştirdiğine, bizim onlara göre ne kadar şanslı olduğumuzu bilmediğimize dair bir ton nasihat bizi beklerdi.

     Yaşa ve tecrübeye saygılı büyütülmüştüm ama ''Ben sizin yaşınızdayken... ''cümlesini duymak beni deli ediyordu.

    Çantamı karıştırıp usulca hediyeyi çıkarıp, yavaşça çılgın arkadaşımın masasına bıraktım.

''Bu ne prenses?'' dedi. Yeni ismimde kararlıydı sanırım.

''Hediye.''dedim kısık bir sesle.

''Kocaman fiyonk var üzerinde, herhalde hediye. Onu sormuyorum ben neden yani niçin, hediyeyi hak edecek ne yaptım ki?' dedi. Çok sık hediye almadığı belliydi ve şaşkınlığında samimiydi.

''Pekala,''dedim gülümseyerek. Öncelikle 3 aydır yanında oturuyorum ve biraz soğuk davranmış olabilirim.

''Biraz mı?' dedi, kıkırdayarak. Senin adını <Kar Kraliçesi> koyuyorduk az daha. Bu kez şaşırma sırası bendeydi.

''Siz kim?'' dedim. Cevap vermek yerine baş parmağıyla arkasında oturan,konudan habersiz Mert'i gösterdi.

    Hakkımda konuşulmuş olacağını tahmin ediyordum elbette ama yüzüme söylenmesini beklemiyordum. İçi dışı bir arkadaşıma bakıp

''Eee o zaman Prenses nereden çıktı? Kar Kraliçesinden neden vazgeçtiniz?''diye sordum.

   Omuz silkti. ''Güzel gülüyorsun, tamam öyle çok sık görmedik belki ama gördüğümüz zamanlar bize yetti. Aslında soğuk biri olmadığına karar verdik dedi ve paketi işaret ederek , "Açabilir miyim?" diye sordu. Başımı ,elbette, anlamında salladım.

    Füsun Murtaza Hoca'nın, kağıdın hışırtısını bastıran tok sesinin yardımıyla paketi açarken ,

''Demin öncelikle dedin, başka neden de mi var' dedi.

''Az önce bir erkeği bilek güreşinde yendin ve sadece bu bile hediye için yeterli bir sebep.'' dedim muzipçe. Güldü ve son bandı da kaldırıp paketi açınca ufak bir sevinç nidası çıkardı.

''Metallica tişörtümü mü, yok artık! Nereden bildin sevdiğimi? Yani tamam aslında bilinmesi çok zor değil ama...Ya çok teşekkür ederim, sen harikasın. Demiştim millete, sağlam hatun o, bulaşmayın falan diye. Gerçekten çok sağol ...''gibi bir ağız dolusu minnet kelimesini ardı ardına sıraladı.

''Şişşt'' dememe fırsat kalmadan Murtaza Hoca'nın ''Nedir o kadar komik olan, söyleyin biz de gülelim.'' ile başlayan sitemi, nereden bağladı bilmiyorum ,Afrika'da ki aç çocuklara kadar ulaştı ve ders sonuna kadar evini ateşe vermişiz gibi feryat edip ,bizi dersini sabote etmekle suçlayıp durdu.

YENİ KİTABIMA DA BEKLERİM

YENİ KİTABIMA DA BEKLERİM

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
SERSERi(Kitap Oldu) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin