27. BÖLÜM
MASUMİYETİN DAYANILMAZ ÇEKİCİLİĞİ...
Harika bir günde, harika insanlarla, enfes bir kahvaltı sonrası aşık olduğun ve hayatını seve seve uğruna verebilecek kadar değer verdiğin biriyle olmaktan daha iyi ne olabilirdi ki? Kalenderlerin villasına geldiklerinde saat ona geliyordu. Her ikisi de mavi renk kot pantolon ve beyaz t-shirt giymişlerdi. Ayda pembe hırkasını beline bağlamış, Mehmet ise açık füme bir kazak geçirmişti üzerine. Taptaze, mutlu ve şahane bir görünümleri vardı. Birbirlerinden alamadıkları gözleri, tüm ailenin bıyık altından gülmesine neden olmuştu. Bu güne kadar hiç olmadıkları kadar yakın, hiç olmadıkları kadar sevdalı görünüyorlardı. Arada bir birbirlerinin gözlerinde kayboluyorlar, sonra büyükbaba ya da Aylin'in seslenmesiyle daldıkları rüyadan uyanıyorlardı. Kelimenin tam anlamıyla çarpılmışlardı. Hem Mehmet... Hem de Ayda...
İlkbahar güneşinin insanın mayalanmasını sağlayan sıcaklığında, rengârenk çiçeklerin eşliğinde, sevdiğin insanlarla, sağlıkla ve mutlulukla, yemyeşil bahçede ve masmavi parlak gökyüzünün altında yapılan sohbetin de tadına doyulmuyordu...
Bahar çiçeklerinin arasında kurulan büyük kahvaltı masasında büyükbaba hariç herkes aşırı beslenme komasına girmek üzereydi. O her zamanki gibi diyetine sadık kalmış, asıl besinini, sevdiklerinin mutlulukla gülümseyen yüzlerinden almıştı. Çok iyi ve zinde hissetti kendisini. Ancak bu durum, nişanlı çiftte bir tuhaflık olduğu gerçeğini daha iyi görmesini sağlıyordu. Bu ikisi aşkı yeni keşfetmiş gibilerdi. Birbirlerini fazlasıyla özlediklerine hükmetti yaşlı adam. Dün gece torununun Ayda'ya nasıl baktığını, onların kavuşmaları dahil salondan kaçarcasına balkona çıkmalarını, her şeyi baştan sona görmüştü. İçinden mutlulukla gülümsedi. Karasevdaya düşmüşlerdi. Tıpkı kendisi ve sevgili rahmetli eşi gibi. Keyifle iç geçirdi. Mutlu olacaklardı. Çok mutlu...
"İyi ki geldin aslanım! Sen yokken bu güzel kızın yüzü gülmüyor." diye içinden geçenleri söyledi.
"Bana orada taktıkları ismi söylememi ister misin büyükbaba?" derken güneş gözlüğünü çıkararak, yaşlı adama doğru eğildi Mehmet.
"Lakap yani. Söyle bakayım, neymiş?" masadaki herkes merakla genç adama bakıyordu şimdi.
"Sıkı durun.... Zombi! Evet ,takma adım Zombi!" dediğinde ise müthiş bir kahkaha tufanına yol açtı Mehmet.
Anlamını ayrıntılarıyla bilmese de büyükbaba bile kahkahanın etkisiyle dolan gözlerini peçeteyle kurulamaya çalışıyordu. "Hani şu, çürük çarık ölüler falan değil mi zombi dediğin şey?" diye sordu sırıtarak. Saf bakışlarını torununa dikerek, "Neden sana öyle diyorlar evladım? Gençsin, yakışıklısın... Senin neren zombi yahu?"
"Doğru dürüst uyumadığım, yemek yemediğim ve sürekli onları ve kendimi çalıştırdığım için! " diyerek açıklamaya çalıştı Mehmet.
Zeki bakışlarını oğluna dikmişti Ahmet Bey. "Yani buradan şu sonuç çıkıyor babacım, senin aslan torununun da yüzü pek gülmüyor oralarda anlaşılan. İsme bak! Zombi ha... ?" Kahvesinden bir yudum alarak devam etti, "Her işin bir kolayı var oğlum. Oradaki işlerini bitirip, hemen buraya döneceksin. Bu kadar. Değil mi Mediha?" diyerek topu eşine attı. Birazda anneciği yüklensin istiyordu.
"Zaten öyle olmayacak mıydı? Ben mi yanlış hatırlıyorum? Çabucak bitir gel oğlum sen. Seni çok özlüyoruz. Önce Amerika... Şimdi de Afrika... Bize acımıyorsan Ayda'ya acı yavrum. Güzelim kız sararıp soluyor vallahi. Yazık çok yazık ikinize de. Hem senin neren zombi be? Kör bunlar herhalde." diyerek sevgiyle uzanıp, oğlunun yanağını okşadı Mediha Hanım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYCADISI
RomanceAycadısı...Masumiyetin Altın Çağı'dır... Karşılaşmadır... Çünkü;kendi kendileriyle savaşan ve aşkı inkar eden,hayatta bambaşka yerlerde olmayı hedefleyen iki zeki, çekici,başarılı ve sosyal insanın aynı apartmanda altlı üstlü komşu olmasıyla baş...