20. BÖLÜM
AFRİKA YOLCUSU KALMASIN...
'Pazartesi Sendromu' neymiş anladı Ayda. Berbat bir gece, berbat bir uyku ve berbat ötesi bir suratla sabah erkenden kalkıp okula gitti. Geçen hafta gereken önemi veremediği ve hafta sonu da çalışamadığı için arkadaşlarından geride kaldığını fark etmişti. Bütün dikkatini toplayarak, derslerdeki konulara adapte olmaya çalıştı. Notlar aldı ve Emel'in notlarından da fotokopiler çektirdi. Ders çalışma kampına girecekti evinde. Mehmet onun geleceği ile oynayamayacaktı! Buna izin veremezdi. O hayallerinin peşinden taaa Afrikalara gidecekti. Ayda ise bu gidişle bütün derslerinden kalacaktı. Oh ne güzel! Öyle yağma yoktu. Çalıkuşu vazgeçmezdi. Yenilmezdi. Dişini tırnağına takacak, başaracaktı. Hem beş ay geçiverirdi. Tek yapması gereken onu düşünmemekti.
Emel'in şefkatle ördüğü ipek kozasında rahatladığını hissetti genç kız. Mehmet'ten uzakta, korunaklı ve emin ellerde olduğunu düşünüyordu. O olmadığında hissettiği yoksunluk kadar, huzur da dolaşıyordu damarlarında. Birbiriyle hiç anlaşamayan iki duyguyu bir arada yaşıyordu. Hem mutlu hem mutsuz olmak gibiydi. Mona Lisa gibi! Sıkıntıyla iç geçirdiği sırada, öğle arasında aldığı sandviçleri getiren Emel'in meraklı gözleriyle karşılaştı.
Zorla gülümsedi ona Ayda. "Bu akşam bende kalsana. Çok sevinirim." dedi fısıltı gibi çıkan sesiyle. Bir yandan parmağındaki altın alyansıyla oynuyordu.
Emel onu neşelendirmeye çalışarak, "Gülümsersen olabilir!" dedi.
Yapmacık bir sırıtmayla karşılık vererek gülümsemeye çalıştı genç kız. "Böyle iyi mi?" Emel'in gölgelenen bakışlarından onu üzdüğünü anlayarak, "Affedersin Emel. Çok kötü hissediyorum. Delirmiş gibiyim! Sürekli ağlamak istiyorum. Bağışla ne olur..." deyip, ortamı toparlamaya çalıştı. Biricik arkadaşını bile kırmaya başlamıştı. Lanet olsun! Uzanıp onun boynuna sarıldı. "Eee... Bana gidiyor muyuz?" diye tekrar sorarken kendini zorlayarak gülümsedi.
"Tabii ki gidiyoruz balım. Bize kimse engel olamaz! Pizza yememize de." diye onun aksiliğine alınmadığını anlatmaya çalıştı Emel şakacı bir tavırla. O kadar iyi anlıyordu ki Ayda'yı. Ahh... Aşk! Böyle yapardı adamı. İkiyle çarpar dörde bölerdi. Ne de olsa bu konuda çok tecrübeliydi genç kız.
Birlikte akşama kadar süren yoğun ders programına uyum göstererek, tüm dikkatleri ile not almaya ve konuları anlamaya çalıştılar. Okuldan çıktıklarında saat beş olmuştu neredeyse. Otobüs veya dolmuş bekleyecek hali kalmayan Ayda, yoldan bir taksi çevirip evin adresini verdi.
Kısa süre sonra evdeydiler. Çay koyup, pizza siparişlerini bile vermişlerdi. Açlıktan neredeyse midesi sırtına yapışan Ayda, arkadaşının ısrarı ile başladığı yemeğe büyük bir iştahla devam etti. Bu kız onun içini açıyordu. Karanlıkta el feneri olmuştu Emel. Havadan sudan konuşmaların ardından, Ayda yavaş yavaş aklını, fikrini, kalbini meşgul eden konulara gelmiş, patlayacak gibi olan sinirlerini yatıştırmak için hiç durmadan konuşmaya başlamıştı. Yaklaşık iki saat boyunca içini döktü genç kız. Kah ağlıyor kah gülüyordu. Kendini ne kadar yalancı, ne kadar aşık ve ne kadar çaresiz hissettiğini anlattı durdu.
Bütün dikkati ve özeni ile onu dinleyen Emel, onunla gülüp onunla ağladı. Ayda'nın şu an tek ihtiyacının bu olduğunu fark etmişti. Biten çayları tazelemek için yerinden kalktığı sırada çalan telefondan kendisini Murat'ın aradığını anladı. Sevdiği adam için özel bir zil sesi ayarı yapmıştı cep telefonuna. Bardakları masaya koyup telefonunu açtı. "Efendim canım?" dedi her zamanki sıcacık tavrıyla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYCADISI
RomanceAycadısı...Masumiyetin Altın Çağı'dır... Karşılaşmadır... Çünkü;kendi kendileriyle savaşan ve aşkı inkar eden,hayatta bambaşka yerlerde olmayı hedefleyen iki zeki, çekici,başarılı ve sosyal insanın aynı apartmanda altlı üstlü komşu olmasıyla baş...