Pink Floyd - Wellcome To The Machine
Medya, Nehir.~
'Hayat, dördü çeyrek geçerken daha güzel.'
Düşüncelerini doğrulayan manzaranın karşısında sigarasından bir nefes daha çekti içine genç kız, çalışma atölyesi hâline getirdiği terasta güneşin doğup ışıklarını insanlarla paylaşmasını bekliyordu. Çok uzun zamandır yaptığı bir şeydi, uyku düzeninin olmamasının en büyük nedenlerinden biri buydu.
Biri de, kâbuslardı ama onları düşünmek bile korkuya davetiye yollamak olduğu için düşüncelerini yeniden dünyanın, etrafında döndüğü parlak yıldıza çevirdi.
Güneşin insanlar üzerindeki etkisine tanık olmak sevdiği sınırlı şeylerden biriydi, kalbi kolay kolay sevgiyle atmazdı. Dudaklarının arasından ufak bir kıkırtı kaçması ancak bir mucize kadar yakındı ama sadece bazen, yeterince şanslıysa insanların yaptıklarını yüzündeki tebessümle uzaktan izlerdi.
Gecenin bitmesine yakın, sigarasının sonuna yaklaşmışken yerinden kalkıp sokaktan geçen bir eskiciden aldığı, ayakkabı kutusundan biraz daha büyük olan radyoyu açmak için masaya doğru ilerledi.
Müzik çalar ya da bilgisayara sahip olmadığı için şarkı dinlemesini bu külüstür ve kazandığı paranın çoğunu harcadığı plaklar sağlıyordu.
Kimlikteki bilgilere göre Nehir isimli kız yirmi altı yaşını doldurup yirmi yediye yaklaşmıştı ancak bana göre aynada gördüğüm kişinin ruhu çok daha yaşlıydı.
Ve bir de, bazen kendisini çoktan ölmüş ve dünyada eğreti duruyormuş gibi hissediyordu.
Görüş açısına ilk önce sabah namazından dönen insanlar girdi, çoğu ya emekli olmuş yaşlılardı ya da namazdan doğru dükkan açacak olan esnaf. Kimi üçerli grup olup sohbet ederek yürürken kimileri yalnızdı, yerinden kalkıp her ne kadar o mesafeden duyulması zor olsa da radyonun sesini kıstı. Yoldan geçen insanların haberi olmayacaktı ama genç kız kendince onlara saygı duyduğunu göstermişti, ibadetlerini yaptıktan sonra biraz sessizliği hak ediyorlardı.
Yapacak başka bir işi olmadığı için daha fazla oyalanmadan bir tane daha sigara yakıp bitirmek üzere olduğu tablomsunun başına geçti, yabancı insanları dikizlemek de bir yere kadardı.
Tam bir uyku uyumayalı seneler olmuştu ve bu süre içinde hep saatlik uykularla idare etmişti, uykuyla ya da dinlenmekle arası pek iyi değildi. Onun kâbusları ve tedirginlikleri vardı ve yine değişen bir şey olmadı, gözleri uykusuzluktan kapanana kadar tabloyu mavi ile kahverengiye boyadı. Ne çizdiğini ancak bittikten sonra anlayacaktı.
Resim yapmak başta düşüncelerini beyaza dökmek demekti ancak daha sonra bunu korkuları ve az da olsa sevinçleri izlemiş, ortaya yepyeni ve farklı bir şey çıkmıştı.
Geçimini de bu şekilde sağlıyordu, acılarını satıyordu bir bakıma ve tuhaf bir şekilde kazançlı bir işti. Sanatı seven insanlar vardı, başkalarının acılarına tanık olmak isteyenler.
Esnemeden hemen önce dudaklarındaki sigarayı boya içinde kalan eline aldı, artık acısını sigaraya da çizmişti. Evinin her yeri aynı durumdaydı ve kız içinde yaşadığı dört duvara acılarını boyamayı seviyordu, onları temizlemek evdeki imzasını da silmek olduğu için temizlik yaparken duvarda ya da yere damlamış boyaları es geçiyordu. Hoş, hiçbir zaman temizlik delisi biri olmamıştı ve evine ondan başkası adım atmadığı için de pek sorun sayılmıyordu.
Henüz bitmemiş sigarayı küllükte söndürüp tabloyu olduğu gibi bıraktı ve yer yatağına doğru ilerledi. İki odalı evi ona fazla fazla yetiyordu, kitaplık ile yatağın bulunduğu oda da terastan sonraki favori mekânıydı kimsesi olmayan kızın. Yere atılmış bir yatak, fazla büyük olmayan giysi dolabı ve ondan daha büyük olan kitaplık onu gerçekten evinde hissettiriyordu. Hem ev kelimesi göreceliydi.
Alt ucundan çatlamış olan aynanın karşısından geçerken adımlarını hızlandırdı, çirkinliğini görmek istemiyordu. Gereksiz bir çabaydı çünkü görmese de, bir şekilde biliyordu işte.
Sürekli uykusuz olduğu için göz altlarında asla geçmeyen morluklar ve çukurlar vardı, küçücük bir dudak ve hemen üstünde yine ufak bir burun. İkisinin küçüklüğünü kapatmak için gereğinden fazla kocaman olan iki kulağı sönük saçları asla tam olarak kapatmıyordu. Göğüsleri bir erkeğinkiyle yarışacak kadar düzdü ve ufak tefek bir yapısı vardı. Arzulanacak biri değildim ama yine de gözlerini her kapattığında kâbusu olan bir olay yaşamıştı. Bedeninden bir ürperti geçince bunu aklından uzaklaştırmaya çalıştı ve kelimenin tam anlamıyla yatağa bıraktı bedenini. Düşüş canını yakmıştı ama acı iyiydi, acı onu düşüncelerden uzaklaştırıyordu.
Yatağın yanında, hemen yerde duran çalar saate bakıp kendi kendine küçük bir bahis oynadı, eğer iki saatten fazla uyursa uyandığında güzel bir şeyler olacaktı. Olmalıydı!
Yabancı ellerin bedenine ve daha kötüsü sevdiği bir kadına dokunduğu ve onun yardım isteyemediği bir kâbustan çığlıklar içinde uyandığında maalesef ki uyuyalı henüz bir buçuk saat olmuştu.
Kasılan tüm kaslarını açabilmek için oturduğu yerde birkaç gerinme hareketi yaptı ve zihnindeki yapılacaklar listesini gözden geçirdi. Gece yaptığı tabloları Altan'ın yanına götürecekti. Belki bankadan biraz para çeker ve alışveriş yapardı, evcil bir hayvan istiyordu ama bakamamaktan da deli gibi korkuyordu. Sorumsuzun tekiydi.
Korku.
Düşünmemesi gereken o kelime beyninde yankılanınca kendine söylediği yalan yere düşen cam bir vazo gibi parça parça kırıldı.
Kâbusundan, onu asla terk etmeyen görüntülerden korkuyordu. O adamın kendisini bulacağı günden bir fare gibi korkuyordu.
Gözlerinden yaşlar, kızın izni dışında akmaya başlayınca dudaklarında bekleyen hıçkırıkları da tutamadı hâliyle.
Dağılmış yatağının üzerinde, yatağı gibi dağılmış bir hâldeydi ve bir kurtarıcının onu bulma ihtimâli, o adamın bulma ihtimâlinden kat kat daha azdı. Hoş zaten genç kız kurtarıcılara inanmazdı. Masallara da.
Yatağa geri yatıp yastığı yüzüne bastırdı, daha sonra uzun bir duş almak için isteksiz bir şekilde yerinden kalkacaktı. Gün yeni başlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Milyonlarca Nefret Cümlesi
General FictionGenç kız, kendini öldürmek istediğini söylemişti, belki milyonlarca nefret cümlesi kurmuştu ancak kimse ona inanmadı. O güne kadar. Sonrasında ise tek yapabildikleri ölen bedenini süslemek için yanına, tıpkı ruhu gibi solmuş çiçekler çizmek oldu. ~ ...