12

431 67 11
                                    

Aklında dün dinlediği şarkının kırıntıları varken evde dikkatli bir şekilde etrafını kapladığı tablosuyla birlikte sergiye gidiyordu Nehir.

Yaşadığı acıyı hatırlamak bile onu gece boyunca ayakta tutmuş ama bunun yanında tabloyu sergiye yetiştirmesini sağlamıştı.

Resmi bitirdikten sonra uyuyamamış, içtiği sigaraları da saymamıştı. Kahvaltıyı koca bir bardak kahveyle geçiştirdikten sonra kendini dışarı atmıştı.

Nabzını hissediyordu, davul gibi atıyordu kulağında.

Altan'ın bugün geleceğinden haberi yoktu, zaten şu an yaptığını normalde yapmazdı... Kararlaştıkları günlerin dışında uğramazdı oraya ama yine de sergiden içeri girdiğinde alışık olduğu bir hava karşıladı kızı. Hissettiklerinin aksine her şey aynıydı.

Burada çalışan çoğu kişiyi tanıyordu, adının Sedef olduğunu hatırladığı kadın yanına yaklaşıp gülümsedi.

"Nehir! Hoşgeldin."

Uykusuzluktan bembeyaz kesilmiş yüzüne biraz renk gelsin diye allık sürmüştü, palyaçoya benzemediğini umduğu bir şekilde gülümsedi ve isim konusunda riske girmek istemediği için cümlesini özenle seçti.

"Merhaba, nasılsın?"

Sadece sessizliği doldurmak için söylenmiş bu kelimelerden sonra zihninde Sedef diye çağırdığı kadın ona işlerin nasıl gittiğini, satılan tabloları anlattı.

Zaten kim 'nasılsın' sorusuna içten cevap verirdi ki?

Onun sürekli hareket eden, pembeye boyanmış dudaklarına ve cilalı tırnaklarına baktı renksiz kız, yanakları biraz tombuldu ama en küçük mimiğinde bile kendini belli eden gamzesi çok daha güzel görünüyordu böylece. Sarıya boyattığı saçlarıyla ve üzerindeki kıyafetteki mor ile pembe tonlarıyla Nehir'e kocaman bir pamuk şekeri hatırlatmıştı.

"Tablo demişken..."

Konunun istediği yere gelmesiyle fırsatı kaçırmayarak elindeki tabloyu uzattı pamuk şekere.

"Bunu da getirdim, yer bulabiliriz belki?"

Konuşurken neredeyse çekiniyordu kız, keşke getirdiği tabloları kapının altından bırakıp geri kaçma imkânı olsaydı... Çok daha kolay olurdu.

"Tabii... Biliyorsun senin sanatın için her zaman yer var."

İşte tam da biri böyle konuştuğunda... Oradan koşarak uzaklaşmak istiyordu ama tabii bunun yerine gülümsedi. Olmadığını bildiği hâlde isminden nefret ettiği adamı sordu, insanları isimlerine göre yargılamayı bırakmalıydı ama kim yapması gereken şeyleri yapıyordu ki?

"Altan yok mu? Gelmişken onu da görseydim..."

Elindeki tabloyu alıp bakmadan masanın arkasına koydu. Ayakta duruyorlardı ve bu her geçen saniye daha tuhaflaşıyordu. Yorgunluktan durduğu yerde sallandı.

"Ah, o bugün geç gelir... Zaten artık arada sırada uğruyor. Biz kahvaltı yapıyorduk, gel istersen?"

İstediği şey biriyle oturmak ya da konuşmak, ilgilenmediği konuları dinlerken gülümsemeye çalışmak ya da paylaşmak istemediği şeylerin sorulması değildi.

"Çok teşekkürler ama bir dahaki sefere," diyerek reddetti onu. Biraz temiz hava alıp iyice yorulmalıydı belki de, uyumayı sağlayacak tek şey buydu.

Uyku haplarının dışında.

"Peki, sen bilirsin. Kontrol ettin mi tabloların ücreti yatırılmış mı hesabına?"

Sorusu beyninde anlamlandırılana kadar ortalamanın üstünde bir süre geçti, gözü yerdeki parkelere dalmıştı. Aslında şimdi bile uyuyabilirdi.

"Aklımdan çıkmış, bugün kontrol ederim."

Böyle bir şey nasıl aklından çıkıyor karşısındaki kadının merak konusuydu, bakışlarındaki yadırgamayı saklamayı başardı.

Parayı diğer insanlar gibi kullanmak için fazlasıyla pasaklı ve özensizdi. Parası genelde boyalara giderdi.

"Haber ver bize, belki bir aksaklık olmuştur diye söyledim ben. Tabloların kolay satılıyor senin."

Gözlerini kırptı, tamamen kızarmışlardı ve kadının bakışlarında endişe görmüştü bu yüzden. Onu rahatlatmak için konuştu.

"Anladım... Sen geç içeri, zaten kimse olmaz bu saatte, ben biraz etrafa bakıp çıkarım."

Üstüne yıkılmasından korkar gibi ellerini uzatmıştı, tetikteydi sanki...

"Eşlik edeyim istersen sana?"

Sesindeki endişenin yanında isteksizlik elle tutulacak gibiydi, o da ilk dakikalarda Nehir'le konuşmayı deneyip sonra farklılığını görünce vazgeçenlerin arasına katılmıştı. Ya da belki sadece içeride soğuyan çayını ve kaçırdığı sohbetleri düşünüyordu.

"Yok, yemeğini ye sen. Gözatıp çıkacağım ben."

Vücudunda belirgin bir rahatlamayı gördü.

"Tamam o zaman, bir şeye ihtiyacın olursa çağır bizi. Çay da var istersen."

Çay hakkındaki tahmininin doğru çıkmasına gülümsedi ve ona cevap vermek yerine etrafa bakmaya başladı.

Herkesin görebildiği bir hayalet olmak zordu ancak alışıyordu.

Milyonlarca Nefret CümlesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin