Sıkıntı kollarını göğsümde kavuşturmuş. Soluk alırken, genişleyip daralan kaburgalarım, zamanın boşuna ve nedensiz geçtiğini biliyor.
Çoktandır yabancı bir cismin kalbime sürtünmekte olduğunu biliyorum.
Yine de biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim.
Kederli olduğumda söylenemez zaten. Buna sebep de yok çünkü. Ne taze bir ölüye sahibim, ne felâket geçirenlerim var.Dedim ya oturuyorum öylece. İyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar yok.
-Cahit Zarifoğlu.
~
Günün sonunda kızın ulaştığı yer, Berat'ın eviydi.
Sabahkinden çok farklı değildi ruh hâli, ona yabancı olan bir duygunun sersemliği vardı üzerinde ama Berat ile konuşarak halledemeyeceği bir şey değildi.
Öyle umuyordu en azından.
Yağmurlu havalar yaklaşmakta olduğu için üzerinde uzun bir yağmurluk vardı, spor ayakkabılarından vazgeçememiş ve onların üzerine sıradan bir pantolon ile tişört giymişti.
Kapıyı çalarken ellerinin titremesine aldırmadı, içinden bir ses arkasını dönüp oradan olabildiğince çabuk uzaklaşmasını söylüyordu ve onu yok saymak zordu. Yine de umursamadı, o ses zamanında çok daha kötülerini fısıldamıştı kıza.
"Nehir?"
Berat'ın sesindeki şaşkınlığı fark etti.
"Merhaba, içeri gelebilir miyim?"
Aynı saniye şaşkınlık yerini rahatlamaya bıraktı.
"Tabii, gel hadi."
Kapıdan uzaklaştı ve kız da ayakkabılarını çıkartıp onun ardından eve girdi. Çocuk doğrudan mutfağa doğru ilerlemişti.
"Gelirken pizza almıştım, hâlâ sıcak. İster misin?"
Aslında aç değildi ama bir şeylerle ilgilenmek adına kabul etti uzun saçlı çocuğun teklifini.
"Evet, biraz alırım."
Yağmurluğu çıkartıp mutfaktaki sandalyenin üzerine astı ve Berat iki dilimi çoktan yenmiş olan pizzayı bir tabağa alırken sabah mutfağa alışmış olan kız da kendine bir bardak kola doldurdu.
"Ben içerideydim, oraya geçelim?"
Soru cümlesi olmasa da ses tonundan yanıt beklediğini anladı, cevap olarak omuz silkti.
"Sorun olmaz benim için."
İkisi de hem dün gece hiç yaşanmamış hem de genç kiz evden hiç çıkmamış gibi davranıyordu.
Üçlü kanepenin en uç köşelerinde otururken sessizce pizzalarını yediler. Eski, tüplü televizyonda rastgele bir spor kanalı açıktı.
Birkaç dakika tuhaflığın parmaklarının ucundaki sessizliğin içinde akıp geçti.
"Nasılsın?"
Pizzanın sonunu yerken soruyu soran Berat'a döndü kız, kendi dilimini çoktan bitirmişti ve bakışları tamamen kızın üzerinde, ondan cevap bekliyordu.
"İyiyim."
Çocuklaşırken, gülerken ya da meraklı olduğundan farklıydı Berat'ın bakışları, Nehir ilk kez yüzündeki ifadeyi okuyamadı, korkuyordu belki de.
"Dün gece hiç olmamış gibi davranabiliriz belki... Pişman mısın?"
Bir oda dolusu his olsa da kızın içinde, pişmanlık onlardan biri değildi.
"Hayır, böyle düşünme."
Çocuğun yüzündeki ifadenin yumuşaması için bekledi kendi sorusunu sormak için.
"Peki sen?"
Güldü, genç kız o an giysilerine dikkat etti çocuğun. Mavi bir eşofman altı ve gri uzun kollu tişört vardı üzerinde. Evde giymek için en şık parçalar olduğu söylenemezdi ama rahat olduklarını düşündü. Genç kızın tam da sabah giydiği tişört olduğunu fark edince, tatlı bir rahatsızlık hissetti. Aitlik değer kazandı.
Ve bu da yabancıydı Nehir'e.
"Benim için ne ifade ettiğini bilmiyorsun, değil mi?"
Berst'ın bu cümlesiyle buz kesti kız, yine arkasına bakmadan kaçma isteği sardı etrafını.
Ama kaldı, çocuğun sözleri cevapsız kalsa da ikisi de aldırmadı buna.
Oturdukları kanepe eski tarzda küçük mor çiçek desenleriyle süslenmişti, belki de bir akrabasından kalmıştı. Bildiği ailelerde bekâr biri taşınırken ona başka zaman asla verilmeyecek hediyeler verilirdi.
İkinci el kanepe gibi, bunun doğruluğunu test etmek için bir ara Berat'a soracaktı.
"Nehir... Dün gece bana anlatacaktın."
Cümlenin muhatabı odaklanma sorunu çekiyordu, mobilyalardan ona neydi sahi?
"Neyi-"
Evin misafirinin etrafta dolanan gözlerinin aksine ev sahibininkiler genç kıza odaklanmıştı. Mobilya ve esyalarda dolaşan bakışlar güzel gözleri bulduğunda birkaç cümle daha çıktı çocuğun ağzından.
"Bilmiyorum... Tablonun önündeydik, sormadım bile ama artık merak ediyorum. Kim olduğunu."
Genç kız kim olduğunu düşündü, sanatçının sözünü ettiği 'kuş olup uçmak ve kanat çırpıp o bulutları geçmek isteyen' kadındı o ama kime anlatılırdı ki tüm bunlar?
Belki şarkıdaki kadar kadar özel değildi ama o da en azından gölgesini bulutlarda görmek isterdi.
"Ben... Bilmiyorum."
Dünkü kararlılığı uçup gitmişti, yine birine anlatıp anlatmayacağını bilmiyordu olanları.
"Nehir, seni neredeyse ilk tablonu sergilediğinden beri biliyorum. Yüz yüze de tanıştık ve bana göre sen, okunmayı bekleyen bir kitap gibisin."
Benzetmelerden hoşlanmazdı, hele ki kadınlar için yapılanlardan ama şimdi çocuğa vereceği alaycı cevabı erteledi. Acaba Berat'ın yazar olma olasılığı kaçtı? Kelimelerle arası iyiydi ama bunlar kızı etkilemekten çok uzaktı.
"Kimse açmaya cesaret edemediği için hep kapalı kalmışsın sadece..."
Konuşmasından sonra, kızın ne söylemesi gerektiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Tek bildiği bu cümleler onu rahatsız etmişti, duygusal konuşmalar, ilişkiler konusunda hep kötü olmuştu ve aklındaki tek cümle 'kitap senin babandır'dı.
Bunun dışında Berat'tan da böylesi bir itiraf beklemiyordu.
"Ben... Sanırım gitmeliyim."
"Hayır, kal. En azından bu gece."
Tereddüt yüzünden okunuyor olmalıydı ki çocuğun sonraki cümlesi "Az önce söylediklerimi yok sayabiliriz?" oldu.
Başını salladı, bazı şeyleri hiç konuşmamış saymak daha güzeldi. Ya da hiç yaşamamış.
"En azından şimdilik."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Milyonlarca Nefret Cümlesi
General FictionGenç kız, kendini öldürmek istediğini söylemişti, belki milyonlarca nefret cümlesi kurmuştu ancak kimse ona inanmadı. O güne kadar. Sonrasında ise tek yapabildikleri ölen bedenini süslemek için yanına, tıpkı ruhu gibi solmuş çiçekler çizmek oldu. ~ ...