Mutsuzlukla tanıştığım ilk günü hatırlıyorum, sekiz yaşımdaydım.
Ölmeye hazırlanan ruhuma inat canlı, bembeyaz bulutların süslediği açık mavi bir gökyüzü ayaklarını uzatmış izliyordu bizi. Acımızı.
Babamın ölüm haberini aldığında annemin ağladığını gözlerimi her kapattığımda yeniden yaşıyor, hıçkırıklarını hala zihnimde duyuyorum. Ablam yanıma gelip elimi tutmuş ve dokunuşuyla birlikte sıkılan yumruklarım gevşemişti.
"Sera, neler oluyor? Babam nerede?"
Ben, babasına aşık bir kızdım ve henüz kimse bir şey söylemese de ona bir şey olduğunu anlamıştım.
Daha sonra kulaklarım, annemin sözleriyle doldu ve zihnim duyduklarımı anlamlandırmaya çalıştı.
Beni asla babam ya da ablam Sera kadar sevmeyen annemin söylediğine göre iş yerinde elektirik kısa devre yapmış, yangında babamla birlikte iki kişi daha ölmüştü.
Ölüm.
O güne kadar pek bir şey ifade etmese de bundan sonra yanımdan hiç ayrılmayacaktı bu kelime. Nefesini hep ensemde hissedecektim, gölgemde dans edecekti.
Bunu o gün değil, ablamın da beni terk ettiği zaman öğrenecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Milyonlarca Nefret Cümlesi
General FictionGenç kız, kendini öldürmek istediğini söylemişti, belki milyonlarca nefret cümlesi kurmuştu ancak kimse ona inanmadı. O güne kadar. Sonrasında ise tek yapabildikleri ölen bedenini süslemek için yanına, tıpkı ruhu gibi solmuş çiçekler çizmek oldu. ~ ...