Tunca beni eve en yakın mezarlığa getirdiğinde havada kurşun ağırlığındaki kara bulutlar vardı ve sanki kendi ruhuma esen, asla dinmeyen o sert rüzgarlar... Yağmur yağıyordu ama öyle bir yağmurdu ki gökyüzünün sızdırdığını sanabilirdiniz. Bu mezarlığın önünden çokça geçmiştim ama asla sevdiğim birine veda etmek için geleceğimi düşünmemiştim.
Zaten zorlukla tuttuğum gözyaşlarım yeniden akmaya başladı. Sanki içimdeki siyahlık gözlerimden akıp yağmura karışıyor ve onunla birlikte yere düşüyordu.
Ruhumun siyahlığı yağmuru da kirletmişti.
Mezarın başına kadar Tunca ile birlikte yürüdük, daha sonra o beni yalnız bıraktı. Giderken kırık bir özür mırıldandığını duymuştum.
O da kendini suçluyordu, Sera'yı koruyamadığı için. Kendi öz babasından.
Mezarlığın dışında, caddenin her yanında insanlar vardı ama boş olsa, bundan daha yalnız olamazdım.
Nefretle doldum ve yeniden soldu ruhum. Ablamın mezarının başında otururken yek düşündüğüm bencilliğim yüzünden onu burada, korkunç insanların yanında tek başına bıraktığımdı.
Aslında bir bakıma, mesele çok basit, insan ölür. Zira çokça hayat ve sonunda bir de ölümden oluşmuştu bu varlık. Yine de, ablamın tüm hayatının bu dört harfle sona eriyor olması bana haksızlık gibi geliyordu.
Haksızlıktı, yaşaması gereken çok fazla mutluluk vardı. Annem ve yeni kocası tarafından çalınan mutluluklar.
Yağmur şiddetini yitirdi ancak benim kalbimde hala şimşekler çakıyor, gözlerimden yaşlar yerine sessiz harfler damlıyordu.
O adamı öldürmek istiyordum.
~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Milyonlarca Nefret Cümlesi
General FictionGenç kız, kendini öldürmek istediğini söylemişti, belki milyonlarca nefret cümlesi kurmuştu ancak kimse ona inanmadı. O güne kadar. Sonrasında ise tek yapabildikleri ölen bedenini süslemek için yanına, tıpkı ruhu gibi solmuş çiçekler çizmek oldu. ~ ...