"Belki de sana bir telefon almalıyız."
Elindeki tabağa dikkat ederek Berat'a doğru döndü genç kız, çocuğun tişörtüne salça damlamış ve sanki kasten orada bırakılmıştı. Bu lekenin bile onun mükemmelliğini engellemediğini görmek yalnızlığıyla savaşını sürdüren kız için sinir bozucuydu.
"Almalıyız?"
Diye tekrar etti, çoktan birinci çoğul şahıs olmuşlardı ve kız bunun ne ara olduğunu anlayamamıştı.
Dün gece Berat'ın evinde kalıp sabaha, kendininkinden farklı bir yatakta uyanmak, sık sık yaptığı bir şey değildi. Bir insana alışmak da öyle ama şimdi onun koltuğunda oturup yaptığı makarnayı yerken hiç de bu düşünceyi desteklemiyordu.
Çatışmak bazen güzeldi.
"Evet, yani benimle iletişim kurabileceğin bir şey gerekiyor. Gün içinde falan, bilirsin?"
Ses tonu öylesine bir şeymiş gibi söylese de onun için önemli olduğunu anlatan bir bakış vardı gözlerinde.
"Bilemiyorum, daha önce buna ihtiyaç duymamıştım."
Normalde Berat'ın işe gitmesi gerekiyordu ama sabah kalkıp üşenmeden doktordan rapor almış ve patronunu arayıp 'üstün oyunculuk yeteneğini' konuşturup hasta olduğunu söylemişti.
İkilemlerle boğuşan kız olup biteni hayranlıkla izlemişti tabii, o saatten beri de evden çıkmadan tembellik yapmışlardı.
"Hiç mi? Ailenle nasıl haberleşiyorsun peki?"
Ona ailesinden kimsenin kalmadığını söylemek istedi, kısmen doğruydu ama bunun yerine omuz silkti. Sürekli erteliyordu.
"Onlarla haberleşmedik."
Tabağındaki makarnayı bitirmişti, bulaşığı kenara koydu.
"Hiç mi?"
Çocuksu bir kişiliği vardı ve bu soru kıza çok masum gelmişti. Kafasını hayır anlamında salladı.
"Hiç."
"Nedenini de sorsam tek kelimelik bir yanıt mı alırım senden?"
Konuşulacak çok fazla şey biriktirmişti hayatı boyunca, belki de anlatmak için onu bekliyordu bunca zamandır.
"Muhtemelen hayır."
"O zaman anlat, çoğu mekan kapanmak üzere ama tatlı yemek için dışarı çıkabiliriz."
Hâlâ tabağında duran makarnaya bir gözattıktan sonra Berat gibi tabağı kenara kaldırdı.
"Olur, ben de eve giderim oradan."
Yanaklarını hava ile doldurdu.
"Bundan hoşlanmadım."
Kızın bakışlarını gördü, nasıl baktığını bilmiyordu ama onlar, çocuğun sözünü değiştirmesini sağladı.
"Ama tabii, sonra yine görüşürüz."
Genç kız ülümsedi ve muhtemelen onun için ne kadar zor olduğunu çocuğun asla anlayamayacağı bir cümle kurdu.
"Bu sefer ben ağırlarım seni."
Ayağa kalkarken daha rahat duruyordu. Tabağı alıp mutfağa giderken konuştu.
"O olur bak."
Evine bir yabancıyı çağırmadığını içinden tekrarlayan kız su içtikleri bardakları ve kendi tabağını eline alarak gelecekteki misafirini takip etti.
"Bu tişörtü alıyorum ama."
Dün gece ona verdiği tişört ve eşofmanı giyiyordu hâlâ, evden çıkmadan önce kendi pantolununu ve yağmurluğunu da giydi. Böylece tişörtün ona aşırı derecede büyük olması çok fazla dikkat çekmiyordu.
Berat da hazırlandıktan sonra dışarı çıktılar. Sokak gürültülü, hava geceye yakın ve kızın ölü zannettiği ruhu mutlu gibiydi.
Geleceği, sorumlulukları düşünmediği zaman kendini daha rahat hissediyordu ve görünüşe göre bu Berat'a da yansıyordu.
"Ne yemek istersin?"
"Şu anda tatlıdan çok yediğim makarnayı eritmek istiyorum, bildiğin ve buraya uzak olan bir yere gidelim."
"O zaman dondurma yiyeceğiz."
Başımı salladı.
"Bana uyar."
Yaşadığı tüm bu şeyler ona yabancı olduğu için ilk on adımı atarken Berat'a ne sorabileceğini düşündü.
Sonra attığı üç adımda da cesaret topladı.
"Peki, Berat. Senin hikâyen ne?"
Adımlarını yavaşlatıp insanlara çarpmamaya çalışarak hafif bir şekilde zaten bacakları ondan kısa olduğu için hâlâ aynı hızda olan kıza doğru döndü.
"Hikayem?"
"Ailen, arkadaşların, eski sevgililerin?"
Önce kaşlarını çattı, o düşünürken kızın bakışları çocuğun saçlarındaydı. Evden çıkmadan önce onlara hiçbir şey yapmadığı için gevşek bir tokayla ensesinden toplamıştı. Özensiz görünüyor ama insanda onları karıştırma hissi uyandırıyordu.
"Bunlar benim hikâyem mi olacak? Çünkü eğer öyleyse ailemden bahsederken sana uçmak isteyen bir çocuğu anlatamam, bu da hikâyeyi eksik kılar."
İlginç bir insan olduğunu tanıştıkları ilk andan beri biliyordu ama... Kelimelerle arasının iyi olması kızı her geçen saniye daha da etkiliyordu.
"Uçmak isteyen çocuğu da anlatırsın, önce o çocuğun geçmişini anlamalıyım."
Elini kapşonlusunun cebine soktu.
"Bana kendisi hakkında tek bir harf vermeyen kıza hikâyemi açacağım öyle mi?"
Ses tonu yumuşak olmasa, cümlenin kızı suçladığını söyleyebilirdi. Belki de ona anlatmak istediği ama bunu nasıl yapacağını bilmediği için böyle hissediyordu.
"Senden sonra da o kız başlayacak ama?"
Gülümsedi, bir adamın gülüşünde onlarca ayrıntı bulabileceğini bilmiyordu. Daha önce.
"O zaman olur ve zaten dondurmacıya gelmek üzereyiz, hikâyemi orada anlatacağım."
Onu onayladı, oldukları sokağın sonundaki dondurmacıya girerken milyonlarca nefret içeren cümlelerinden en az hasarlı olanları toparlamaya çalışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Milyonlarca Nefret Cümlesi
General FictionGenç kız, kendini öldürmek istediğini söylemişti, belki milyonlarca nefret cümlesi kurmuştu ancak kimse ona inanmadı. O güne kadar. Sonrasında ise tek yapabildikleri ölen bedenini süslemek için yanına, tıpkı ruhu gibi solmuş çiçekler çizmek oldu. ~ ...