Bölüm müziği: Red - Hymn For The Missing (Kesinlikle bununla okuyun, Multimedia'ya koydum.)
Justin'in dediklerine bir anlam veremiyordum. İçim huzursuzluk ile dolmuştu, sadece ne olacağını artık düşünmek istemiyordum.
Kalbimin kırılması kimsenin umrunda değildi belki de Justin içinde öyleydi.
Beyaz ve üzerinde hiç bir desen olmayan ama çok sık olan elbiseyi üzerime geçirdim ve Justin ile buluşacağım için saçlarımı yaptım. Kafamda ise tek bir cümle dönüyordu.
Bu bizim son görüşmemiz olabilir.
Olabilir miydi cidden? Gerçekten bunu düşünmek istemiyordum. Justin'i kaybedersem kendimi asla affetmezdim.
Buluşma saati geldiğinde beni evden almıştı ve ilk öpüşmemiz, ilk itiraflarımızı yaptığımız sahil kenarına gelmiştik.
Garipti. Bana soğuk bakıyor ve sanki bir an önce gece bitsin istiyordu.
Sıcak kuma ayak bastığımda Justin elimi tuttu.
Son elele tutuşmanız.
Beni kendine çevirdi ve sıkıca sarıldı.
Son sarılmanız.
Kaşlarımı çattım.
"Benden ayrılacak mısın?"
Kafamdaki o soruyu nihayet dilime döktüğümde beni kendinden ayırdı.
"Ben senden ayrılmayacağım. Anlattıklarımdan sonra sen benden ayrılacaksın," dediğinde kalbimde bir ağrı oluştu.
Yoksa... Yoksa beni aldatmış mıydı?
"Justin korkuyorum."
Alnını alnıma dayadı.
"Bende seni kaybetmekten çok korkuyorum Ap. Ama şunu bilmeni istiyorum, seni her şeyden çok seviyorum."
"Bende seni Bieber."
Uzun süre öylece durduk. Sebebini bilmiyordum ama içimde bir huzursuzluk vardı. Aynı şekilde Justin'in de şu an pek rahat olduğunu söyleyemezdim.
Sonunda kuma yattığımızda iki yabancı gibiydik. Kollarımız bile temas halinde değildi.
"Seni buraya getirmemin bir çok sebebi var," diyerek cümleye başladığında gözümü yıldızlardan ayırmadım. Rüzgar aramızdaki elektriği fark etmiş gibi durmuştu, artık esmiyordu.
"Bir sene önce, hatta bir sene bile değil bir kaç ay önce seni görmezden geliyordum. Dikkatimi çeken kızlardan biriydin fakat seninle olmak yanlış geliyordu bana. Şu an bir fark yok aslında. Hala yanlış ama doğru hissettiriyor. Bugün anlatacağım o şeyden sonra ne oluruz hiç bir fikrim yok çünkü bunu düşündükçe kendimi strese sokuyorum. İlk olarak babandan başlamak istiyorum. Biliyorum, ne demek istediğimi anlamıyorsun. April ben babanın ölümüne sebep olan adamın oğluyum. Yani amcanın beraber çalıştığı ve babanın ölümüne yardım ettiği adam benim babam."
Gözlerimi anında Justin'e odaklarken düşündüğüm tek şey hayal kırıklığıydı.
"Ne?"
Justin sanki başka bir tepki bekliyormuş gibi bana döndü.
Hafifçe yattığım yerde doğruldum.
"Babamın ölümü ile senin babanın ne alakası var Justin?"
"Babam amcana yardım etmiş, işin aslı orayı biliyorum sadece."
"Ne zamandır biliyorsun?"
"Babanın öldüğü günden itibaren."
Gözyaşlarım yanaklarıma hücum ederken ayağa kalktım. Sendeledim ama son anda toparladım.
"Sen ne dediğini sanıyorsun? Benim yanımda olman, sana babamı anlattığımda hiç bir şey bilmiyormuş gibi davranman, babamın öldüğünü söylediğimde yeni duymuş gibi yapman, bende baba sevgisinin eksik olduğunu bilmen ve tüm bunlara rağmen benim yanımda durman ne kadar aptalca farkında mısın?"
Sesim yükseldiğinde Justin ayağa kalktı.
"Sen yalancısın Justin! Sen hayatımda gördüğüm en yalancı insansın! Ben sadece sana inanmıştım, güvenmiştim Justin."
Ağlamam şiddetlendiğinde Justin'in göğsüne vurmaya başladım.
"Beni kandırdın! Mutlu musun? Beni böyle gördüğün için mutlu musun Justin? Senden nefret ediyorum sakın peşimden gelme! Sakın!"
Gözlerimi hızlıca sildim ve makyajımın bulaşmasını sorun etmeden anayola çıktım. Etrafımdaki hiç bir şeyi görmüyordum.
Hayal kırıklığı kalbimi hiç olmadığı kadar kırarken ne yapmam gerektiği hakkında bir fikrim yoktu.
Son anda duyduğum korna sesi ve gördüğüm o farlar niye hayatımda gördüğüm son sahne olmuştu?
°
2 yıl sonra...
"Geldim işte April. Bak çiçeklerin için suda getirdim. Merak etme, toprağının üstünde hep mor çiçek var. Bilirim en sevdiğin renktir."
Gözyaşlarını sildi genç adam. Geceden kalmaydı gene ama ne yaptığını biliyor gibiydi.
"Üzerimde olan tişörtü hatırladın mı? Seni ilk gördüğüm zaman giydiğim tişört buydu. Ama sen pek sevmezsin kırmızı rengini. Boşver bende zaten sadece seni hatırlatıyor diye giydim."
Toprağı okşadı, sonra tekrardan ağlamaya başladı.
"2 yıl geçti biliyor musun... Koskoca 2 yıl... Hayatımda yaptığım o yanlışı düzeltmek için Tanrı'ya her gün yalvardığım 2 yıl. Sensizlik acıtıyor. Suçlu hissettiğim tek bir konu var biliyor musun? Beni affetmeden gitmiş olman. Beni affettin mi April? Seni görebilecek miyim bir daha?"
Derin bir nefes aldı ve toprağın yanına uzandı. Gece vakti olmasına rağmen mezarlığı aydınlatan yıldızlara ve Ay'a baktı genç adam.
"En son böyle uzanmıştık April. Melek gibiydin sevgilim. Beyaz elbisenin içinde bile parlıyordun. Hayatımda gördüğüm en güzel manzara sendin. O güne geri dönmek için her şeyimi verebilirim. Zaten artık kendimden başka kimsem yok..."
Ellerini kaldırdı ve mezarlığı işaret etti.
"Nerdesin biliyor musun April? İspanya'nın en küçük mezarlığındasın. Senin için burayı seçtim."
Bu sefer eli küçük bir evi gösterdi.
"Bak burasıda bizim evimiz. Her gün birlikteyiz April, sen ve ben."
Justin sakince toprağa sarıldı.
"Her gün beraber uyuyoruz April, her gün sana sarılıyorum ve rüyamda seni görmek için Tanrı'ya yalvarıyorum."
April'ın güzel yüzü geldi Justin'in aklına. Anılar teker teker geçti gözünün önünden. Aşkını yaşattı her saniye.
"Sen bana baharı getirdin April, ben ise senin sonbaharın oldum."
şu an buraya yazmam gereken hiç bir şey yok, biliyorum bazılarınız bana kızacaksınız ama hikayeyi yazarken aklımda böyle bir son vardı
umarım beğenmişsinizdir, benim çok istekli yazdığım bir hikayeydi hatta favorim diyebilirim
bugüne kadar benimle olduğunuz için teşekkür ederim!
son bölüm olsada yorumlarınızı benden esirgemeyin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
texting // jb
Fanfiction"Hayatıma aniden girmene minnettarım. Seni seviyorum, gülüşünü, kalbinin güzelliğini, suratında ki her bir çizgiyi, boynunda olan o küçük beni... Seni tüm benliğin ile seviyorum April."