12- Dayak

221 76 20
                                    

Belirttiğim yeri multideki şarkıyla okuyun, mutlaka...

Yeni kapak hakkındaki düşüncelerinizi bekliyorum.

Heyecan, sebepsiz endişe... Küçük olayları büyültüp, büyük olayları umursamamak dengesiz ruh halimin en önemli parçasıydı.

Adrenalin bütün bedenimi ele geçirmişti, sebepsizce. Hızlıca mesajın atıldığı saate baktım. Dokuz buçuğu gösteriyordu, şimdi ise saat onu çeyrek geçiyordu.

Mesajın Laçin'den olduğunu biliyordum, t-shirt'ü bendeydi. Adresimi nereden bulduğunu ise ben de bilmiyordum.

İzmir'in köşe semtlerinden birinin, tenha bir mahallesinde yaşıyorduk. Hızla yataktan doğrularak mahalleyi gösteren küçük penceremden dışarı baktım.

Siyah, mat araba; bu mahallede eğreti duruyordu. Biraz daha dikkatli bakımca kaputa yaslanmış, elindeki telefonuyla uğraşan Laçin'i görmem uzun sürmemişti. Ne yani kırk beş dakikadır beni mi bekliyordu?

Birkaç saniye sonra telefonuma bir bildirim sesi daha geldi.

"Pencereden bakmayı kesip, inmeyi düşünmüyorsan; ben geliyorum."

Ah! Elindeki telefonla uğraşırken, altıncı kattaki beni nasıl görmüştü? Ben düşüncelerimle boğuşurken bir bildirim daha geldi.

"Çilekli pijamalarınla in. (Dil çıkarma emojisi.)"

Baştan tırnağa kıpkırmızı olurken, pijamalarıma baktım. Oldukça güzeldi. Gözlerimi devirerek, gardırobumun başına geçtim. Dikkat çeken hiç bir kıyafetim yokken, neden böyle bir arayışta olduğumu sorguladım.

Kendi kendime gözlerimi devirerek siyah bir kot ve asker yeşili bir t-shirt giydim. Hava karlı ve soğuk olduğundan, siyah hırkamı almayı da ihmal etmemiştim.

Açık renk uzun saçlarımı esir alan tokayı çekip, onları özgür bıraktım. Bu kadarı yeterliydi. Koşarak pencereden aşağı baktım ve hâlâ beklediğini gördüm.

Kapıya geldiğimde babam yoktu, anlaşılan işe gitmişti. Bulut ise ortalıklarda görünmüyordu. Siyah postallarımı giyerek merdivenlere doğru ilerledim.

Altı kat merdivenlerin son basamaklarına yetiştiğimde, uzun hırkamın kollarını parmaklarıma kadar çektim. Derin bir nefes alarak büyük demir kapıyı açtım.

Aynı pozisyonda hareket etmeden duruyordu. Ellerini ceplerine koymuş, alaycı bakışlarını üzerimde gezdirmekle yetindi.

Donuk bakışlarımla yanına ilerledim. Bir şey bekliyormuş gibi tek kaşını kaldırdı. Ne söylemek istediğini anlamamış gibi bir yüz ifadesine büründüm. Gözlerini devirdi ve konuştu.

"T-shirt'üm nerede?" neyden bahsediyordu bu? "Ne t-shirt'ü?" ciddiliğimi sorgular gibi dik dik baktı. "Buraya ne için geldim sanıyorsun?" ha, şu t-shirt; dün ondan aldığım. Bunun için bu kadar yol gelmeye üşenmemiş miydi? Takdir ediyorum kendisini, bir t-shirt için yaklaşık bir buçuk saatlik yol gelmek, her yiğidin kârı değildi.

"Başka zamana veririm artık." gözlerini, inanamazcasına açtı. "En sevdiğim t-shirt'ümü sana emanet edemem, küçük. Hadi, şimdi getir onu." kaşlarımı çattım. O altı katı, bir t-shirt için hayatta çıkamazdım.

Kafamı onaylamaz biçimde iki yana salladım. "Bir t-shirt için altı kat çıkamam, kusura bakma. Çok istiyorsan git, kendin al." o da kaşlarını çattı. Tepki vermeyip, sessizce getireceğimi sanıyordu herhalde. Avcunu yalardı.

"Pekâlâ, ben alırım." dedi ve ellerini cebinden çıkarıp kapıya yöneldi. Ciddi mi diye arkadan onu süzerken "Beni kesmeyi kes de, şu kapıyı aç." şaşkınlıkla dudaklarımı araladım, ardından kaşlarımı çatarak konuşmaya başladım. "Seni keseceğime şu ağacı keserim, daha kesilesi." ah, hayatımda kurduğum en saçma cümleydi! O da buna katılıyor olacak ki, küçük çaplı bir kahkaha attı.

Sonun Başlangıcı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin