--
Ruhum kadar karmaşık, buna tezat bir o kadar boş görüntüme bir kez daha baktım. Bahar ayında olmamıza rağmen, gri bulutlarla kaplanmış, kasveti ardına saklayan gökyüzü; içimdeki o tuhaf duyguları yansıtıyordu.
Yeni bir okul, yaşamak zorunda olduğum bir hayat; bunlar bana göre değildi. Özgür yaşamaya alışmış biri olarak, belirli bir kalıpta yaşamak ruhumu sıkıyor, zincirlerin arasında kalmış bir canavar gibi hissetmeme neden oluyordu.
Son kez gözlerimi üstümde gezdirdim. Lacivert okul eteğim, dizlerimin bir karış üzerindeydi. Okulumuzun eteği bundan on santim kadar kısayken, Laçin sayesinde, benimki esrarengiz bir şekilde, uzun olmuştu. Bordo lacos'umu uzun kollu seçmiştim. Henüz yeni kaybolmaya başlayan izlerimi biraz da olsa gizlemiştim.
Uzun, kumral saçlarımı tek omzuma aldım. Koyu lacivert yağmurluğumu giydim. Siyah, rugan kalın tabanlı ayakkabılarımı ayağıma geçirerek, siyah çantamı tek omzuna astım. İşte buraya kadardı, kaçmam gereken şeyle yüzleşmek zorundaydım.
Derin bir nefes alarak odanın kapısını açtım. Kol düğmelerini ilikleyen babam, beni görür görmez ayağa kalktı. "Hazırsan çıkalım, prenses." dudaklarımı ısırarak bahane bulmaya çalıştım. Laçin'e söz vermiştim.
"Babacığım, gerek yok. Hem ben zaten, Oğuzlarla gideceğim." yarı şaşkın yarı kızgın bir ifadeyle yüzüme baktı. "Simay demek o yüzden oraya yazılmanızı istedi. Onların araları iyi görünüyor." tepkisiz kalmayı tercih ettim. Babam aklına bir şey gelmiş gibi kaşlarını çattı.
"O çocukta mı orada okuyor?" suçumu saklar gibi gülmeye çalıştım. "Yok, daha neler! Koskoca adam o. Okuyacak hali yok ya!" bu yalan işini gerçekten beceremiyordum, hele babama söylemek; kendimi boğma isteği yaratıyordu. Babam birkaç saniye sessiz kaldı. Beyninde dönen çarkların sesini buradan işitebiliyordum.
"Pekala, dikkat et kendine. İlk günden kapmasınlar kızımı." ardından göz kırptı. Utançla başımı öne eğerken, babamla bu konuları konuştuğumuza hayret ettim. "Ben çıkıyorum." diye hafifçe mırıldanarak kapıya yöneldiğim sırada, odalardan birinden bir kol bileğime yapıştı.
Korkuyla çığlık atarken bileğimi tutan kişiye baktım. Korkum, yerini rahatlamaya bırakırken bileğimi sertçe çekerek, tokatı suratına yapıştırdım. "Ödümü kopardın be!" dudaklarını büzerek yukarı kaldırdı. Onun dilinde bu nurella bakışı oluyordu sanırım. Ne kadar şebek olduğunun farkında mıydı acaba?
"Ne var abla ya? Beni bekle diye tuttum. Aman, yedik sanki. Al kolunu." gözlerimi devirerek, Bulut'a baktım. Gerçekten de hazırlanmıştı. Üzerinde dar kesim bir gömlek vardı ve açıkçası kardeşimin belli olmayan kaslarını bile gayet güzel göstermişti. Üzerindeki bordo kıravat da gevşekçe bağlanmıştı. Altına da jilet gibi, çok geniş olmayan lacivert okul pantolonunu giymişti. Beğendiğimi ifade eder gibi parmağımı havaya kaldırdım.
Gururla gülümserken kollarını göğsünde çaprazlayıp yanındaki boşluğa yaslandı. Anında yeri öperken, ben kahkahalarımı bastırmaya çalışıyordum.
"Kim aldı bu kapıyı burada? Gülme kız, paçoz! Yolarım seni de." ardından hiç bir şey olmamış gibi kapıyı açıp dışarı çıktı. Gülümsememi yüzümden silmeden binaya çıktığımda kalçasını ovuşturduğunu gördüm, aynı zamanda homurdanıyordu.
"Gitti, en sevdiğim yerlerim gitti. Ekmek teknem gitti, ocağıma armut ağacı diktiler, aney!" kaşlarımı çatarak Bulut'a ilerledim. "İncir ağacı değil miydi o?" yüzündeki acılı ifade anında kaybolurken küçümser bir bakış attı. "İncir mevsiminde miyiz, minnoş?" gözlerimi devirerek, umursamadığımı açıkça belirttim. Aşağı indiğimizde Bulut bana birkaç işi olduğunu, okula kendim gitmem gerektiğini söyleyip yanımdan uzaklaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonun Başlangıcı
Teen FictionMavi umuttu, Siyah umutsuzluk.. Tüm maviliğimle yavaş yavaş siyaha saplanıyordum. Maviyi sevemezdim ama siyaha aşık olabilirdim. Siyaha, Mavinin en koyu tonuna... "Karanlığın beden bulduğu kötülük tüccarı ve onun zayıf meleği." ©Tüm hakları Nil'in a...