Oğuz'dan...
Babamın şirketinden çıkarken oldukça sinirliydim. Şirkette çalışmak istemiyordum ve müstakbel(!) üvey babam beni buna zorluyordu.
Sinirimi arabamdan çıkarmak istercesine gaza biraz daha yüklendim. Düşüncelerimle o kadar boğuşuyordum ki karşıma çıkan kızı ezmekten son anda kurtulabildim fakat ne yazık ki çarpmaktan kurtulamamıştım.
Gözlerim iri iri açılırken ölmüş olabileceği düşüncesiyle ne yapacağımı bilemedim. Hızla kendimi arabadan dışarı attım ve yerdeki sinirden gözleri dönen kızın yanına yaklaştım. Neyse ki yaşıyordu.
Ateş saçan gözlerini müthiş bir sakinlikle bana çevirdi. Sanırım bu fırtına öncesi sessizlikti. Yavaşça biraz daha eğildi ve hızla ayakkabısının tekini çıkarıp bana fırlattı. Aynı zamanda bağırmayı da ihmal etmiyordu, tabii.
Diğer ayakkabısını da çıkaracakken acıyla inledi ve ağlamaya başladı. Bir şey olabileceği düşüncesiyle ona yaklaştım. İnce sesiyle konuşmaya başladı. "Bileğim...sanırım kırıldı." burnunu çekerken büyük, buğulanmış gözlerini bana çevirdi. Kedi yavrusunu andıran bakışları vicdan yapmama neden oluyordu.
Eğildim ve bileğine dokunmayı denedim. Aynı anda da yanağıma inen tokatın acısını. Sinirden seğiren gözlerimi ona çevirdim. Sakin kalmak için büyük çaba gösteriyordum. "Kızım, ne yapıyorsun lan!?" bayanlara karşı hep kibarlığımı korumuşumdur. Tıpkı şu an yaptığım gibi. Kibarlığıma karşı cırlayarak tepkisini ortaya koydu.
"Kör müsün sen be!? Bana çarptın. Üstelik..." yeniden çatallaşan sesiyle konuştu. "Bacağım kırıldı." ve tekrardan ağlamaya başladı. Daha fazla bu nazı çekemezdim. Biraz eğildim ona. Bir elimi sırtına yerleştirirken, diğerini bacaklarının arkasından geçirdim.
Ani hareketlerim sonucunda şaşkın gözüküyordu. "N-ne yapıyorsun sen?!" gözlerimi devirdim. "Sesini kesmezsen ormana atarım seni." derken gözlerimle patika yolun sonunda bulunan ormanı işaret ediyordum. Tehditim etkili olmuş olacak ki "Tamam" dedi ve ofladı.
Arabanın sağ kapısını zorlukla açtım fakat kızı içeri yavaşça bırakmaya çalışırken her zamanki sakarlığım tuttu ve kafasını tekrardan kapıya çarptım. Bu seferde acıdan çok sinirle inlerken söylenmeyi de ihmal etmedi, tabii. "Yavaş olsana be hayvan!" bıraktıktan sonra ellerimi mahsumca havaya kaldırırken "Pardon." diye mırıldandım. Kapısını kapatıp kendi tarafıma geçtim. Arabada sessiz hıçkırıklar duyunca kafamı yan tarafa çevirdim. "Acıyor mu?" ağlamaklı sesine aykırı çatık kaşları ve yukarı kıvırdığı dudaklarıyla ne kadar zıt bir kız olduğunu farkettiğimde konuştu. "Yok, zevkine ağlıyorum." gözlerimi tekrar devirdim. Çarpa çarpa şehrin en aksi kızına çarpmıştım.
Arabayı çalıştırırken telefonum çalmaya başladı. Laçin arıyordu. Kesin işi düşmüştü yine. "Laçin?" beni yanıltmadan direk konuya girdi. "Sana numara vereceğim, yerini tespit ettir." kaşlarımı çattım. Benden bir şey gizlemezdi. "Kimin numarası?" "Nil kaçırıldı." dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken emin olmak adına tekrar sordum. "Nil mi?"
Yanımdaki kızın ilgisini çekmiş olacak ki ağrısı yokmuş gibi pür dikkat beni dinliyordu. Onaylayıcı bir tavırla mırıldandı Laçin. Konuştum tekrar. "Tamam. Soyadı Yaşar'dı değil mi?" "Evet, çabuk ol." telefon yüzüme kapanırken gazı kökledim. "Sen az önce Nil Yaşar mı dedin?" diye sordu çarptığım kız. Kaşlarımı çatarken kısa bir bakış attım. "Evet, bir sorun mu var?" "Evet aptal. O benim kardeşim sayılır. Üç gündür arıyorum,yok. Eve de gitmemiş. Nerede o? Beni ona götür hemen."
Hayatta tesadüflere inanmazdım. İnsanların birbirleriyle isteyerek karşılaştıklarını ve buna bir sebep bulamayarak tesadüf dediklerine inanırdım hep. Seçilerek yapılmış hareketlerden ibaret olduğunu düşünürdüm. Sanırım tam da şu an o insanları bir daha yargılamamam gerektiğini anladım. Çünkü bundan büyük tesadüf olamazdı.
Şimdi ben ona nasıl söyleyecektim kardeşinin kaçırıldığını? Aklıma gelen en iyi yolu denedim tabii ki. Hiç duymamış gibi yapmak.
"Seni hastaneye bırakayım, yürüme sen." "Nil nerede? İyi mi o?" sanırım zekice yaptığım plan, tüm ihtişamıyla en derinlere batmıştı. Bir kaç kere öksürdüm. Yalan konusunda pek iyi olduğum söylenemezdi. Umarım beni tanımadığından inanırdı. "Evet, evet. Bugün getiririm buraya." inanmadığını sandım fakat beni yanıltarak itiraz etmeden kabul etti.
Hastaneye gelmiştik. Onu kucağıma alıp acile ilerlerken konuştum. "Adın ne senin?" biraz düşündü. Adını mı unuttu diye düşünmeden edememiştim. "Simay." dedi ince sesiyle.
Onu sedyeye bırakırken, yanımızdan geçip giden hemşireyi kolundan yakaladım. "Ona iyi bak, ne istiyorsa yapın. Özel odaya alın ve son olarak gece burada kalsın." Simay araladığı dudaklarıyla şaşkınca beni izliyordu. Ne yani? Onu babamın hastanesine getirdiğimi tahmin etmesi bu kadar mı zordu? Tamam, kabul ediyorum, zordu. "Peki efendim." diyerek varlığını hatırlattı hemşire. Ardından koşarak tahminimce doktorun yanına giderken Simay'a döndüm.
Hâlâ aynı şekilde baktığını görünce geç algıladığını hatta hâlâ algılayamadığını anladım. Aptaldı, fazlasıyla. Ayrıca zekiydi, henüz yeni tanısamda.
'Ayrıca güzeldi.' dedi iç sesim. Kafamı iki yana sallayarak Simay'a açıklama yapma gereği duydum. "Hastane bizim. Bir şey olursa doktorla konuş, bana haber versin." kafasını hızlıca aşağı yukarı sallarken sabırsız bir çocuk misali konuştu. "Nil'i getireceksin değil mi?" dedi umut saçan sesiyle. Kafamı salladım.Arkamı dönüp uzaklaşırken bağırdı. "Dur!" ona dönüp tek kaşımı kaldırarak baktım. "Senin ki?" deyince ne demek istediğini anlamamıştım. Gözlerini devirirken tekrar konuştu. "Adın diyorum, ne?" kaldırdığım kaşlarımı indirirken konuştum. "Oğuz." "Görüşürüz, Oğuz." hızla hastaneden çıktım. Şimdi sıra Nil'i kurtarmaktaydı.
--
Oğuz Simay anlaşacaklar mı sizce? Yorumlarınızı bekliyorum, hepinizi seviyorum canımlarım :*.
-KT.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonun Başlangıcı
Novela JuvenilMavi umuttu, Siyah umutsuzluk.. Tüm maviliğimle yavaş yavaş siyaha saplanıyordum. Maviyi sevemezdim ama siyaha aşık olabilirdim. Siyaha, Mavinin en koyu tonuna... "Karanlığın beden bulduğu kötülük tüccarı ve onun zayıf meleği." ©Tüm hakları Nil'in a...