•13•

7.2K 776 285
                                    

Cuma günü Minhyuk ödev için gelemeyeceğini, ailesiyle bir yemeğe davetli olduğunu söyledi. İsteksiz adımlarla beni durağa bıraktıktan sonra ekledi.

"Babam ve annem beni zorla götürüyor. Bir görsen, sanki on yıldır görmediğimiz aile dostunu ziyaret etmeye değil de çok yakın bir akrabamızın yanına gidiyormuşuz gibiler... Biz annemle Amerika'dayken babam ve abim Kore'deydi. Bu süreç içinde onlarla tanışmışlar ve hala görüşüyorlar... İnanabiliyor musun nuna? Onları tanımıyorum bile!"

Hayatının tamamını (ki on altı buçuk yaşındaydı?) Amerika'da geçirdiğinden buradaki aile ilişkilerine dair pek bilgisinin olmaması da normaldi. Aileden olmasa da burada insanlar genel olarak samimiydi, biz küçükken daha iyiydi hatta. Minjae'nin babasıyla her akşam bize geldiğini hatırlayabiliyordum.

Gülerek ona biraz rahatlamasını ve iyi şeyler düşünürse iyi şeyler olacağını söyledim. Bana sıkıca sarıldıktan sonra onu almaya gelen pahalı olduğu uzaydan belli olabilen, gümüş renkte bir arabaya binip gitti.

Jungkook'tan bir ses yoktu, ki olmaması işime gelirdi. Yooseul ise bir yerlerdeydi, orada burada... Okulda,sokakta... Daima karşılaşıyorduk ama ondan kaçıyor ve konuşmamak için bahaneler uyduruyordum. Konuşmak istediği konuyu tahmin edebiliyordum ve bana Jungkook'a karşı yumuşamamı söyleyecekti ama hayır, ben onun gibi bir züppeye nasıl davranılması gerekiyorsa tam olarak öyle davranıyordum.

Bunları düşünerek ev yolunun neredeyse tamamını yürümüştüm. Yürüdüğüm için, durağın olduğu taraftan değil de evin arkasından gelmiştim bu yüzden siyah arabamızın yanından geçerken babamın neden bu saatte evde olduğunu çözmeye çalışıyordum.

Eve girdiğimde, beni kucaklayan güzel yemek kokularıyla derin bir nefes aldım. Koku... Dünyadaki en güzel şeydi, siz ona dokunamıyordunuz ama mesela işte böyle bir günde yorgun halde eve girdiğinizde size yedi yaşınızda, aileniz henüz dağılmamışken yaşadığınız o birkaç güzel ve nadir anıyı hatırlatıyordu. Kalbinize dokunabiliyordu. Böylece benim gibi kalbinin varlığını unutanlar için koku... Özel bir şey haline geliyordu.

Kontrolüm dışında kapanan gözlerimle yarım dakika orada durdum, anıların kaybolması, kapanan mutfak kapısıyla kokunun kısa sürede dağılmasından hemen sonraydı.

Babam elindeki oda spreyini fütursuzca her yere sıkarken Soo Hyun'un duymayacağı şekilde söyleniyordu. Aslında bakılırsa, onun evde olup olmadığından emin değildim.

"Ne diye şu yemekleri o kadın gibi yapıyorsun ki? Tüm ev koktu!"

Tamam, bu hiç hoş değildi. O kadın diye bahsettiği kişi beni dokuz ay boyunca karnında taşıyan kişiydi. Şu an burada olmaması bir şeyi değiştirmezdi.

Hiçbir şey duymamış gibi anahtarlarımı anahtarlığa atarken diğer yandan ayakkabılarımı çıkarıyordum.

Babam salonu yemek kokusundan arındırırken içeri girdim.

"Merhaba."

Perdelere karşı açtığı savaşı sonlandırdıktan sonra gülerek bana doğru döndü.

"Aa, hoş geldin prenses."

Yorgun bir gülümsemeyle karşısında durdum. Çantamın düşen kolunu taktım.

"Bugünün özel bir gün olduğunu sanmıyorum. Yemekler..."

Salondan görünen büyük masadaki yemeklere baktım, özenle yapılmış gibiydi ve ciddi anlamda bunları hazırlamak Soo Hyun'u epey yormuş olmalıydı.

"Sana not bırakmıştım hatırlamıyor musun? Cuma günü sana bir süprizim olduğuyla ilgili olanı?"

Zaten bana sadece bir not bıraktın baba...

sunya Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin