Ertesi sabah kucağımda uyuyakalmış bir Min Hyuk ve köşede hızlı hızlı soluyan Yoo Seul'ın irkilerek uyanmasıyla gözlerimi açtım.
"Yoo Geun!" diye bağırdı Yoo Seul.
"Gitme ne olursun!"
Kafasını kucağıma yerleştirmiş olan Min Hyuk irkildi ama uyanmadı, kıpırdandığında Yoo Seul'la ilgilenmek için onu yatağa ittim.
"Yoo Seul? İyi misin?" Ter içinde kalmış kıza doğru bir adım attığımda geri çekildi.
"Gelme, iyiyim." Hızlıca arkasını döndükten sonra göz yaşlarını sildi.
"İyiyim. Sadece yüzümü yıkasam daha iyi olacağım."
Kendini saklamasına izin verdim. O odadan çıkarken yavaşça yatağa oturdum.
Yoo Seul ve ben yalnızca bu konuda benziyorduk sanırım. Acılarımızı kendimize saklamak huy olarak kalmıştı zihinlerimizde. Düştüğünde Yoo Seul da ağlardı, ben de. Ben yaramı herkesten saklardım, o ise ailesinden yardım isterdi ; ama sadece yeteri kadar ağladıktan sonra.
Benim tutunacak dalım kalmamıştı, bazı zamanlar Na Yeol'u ziyaret etmeye giderdim, o kadar. Belki yılda bir kez.
Derin bir iç çektiğimde çalışma masasının üzerindeki saat sekiz buçuğu göstererek ötmeye başladı. Yüksek sesli alarm tüm evde yankılanırken Min Hyuk gözlerini kırpıştırdı.
"Nuna? What time is it?"*
"Yedi buçuk." Ona cevap verip ayaklandığımda kolumdan tuttu.
"Nuna... Okula mı gideceğiz?"
Başımı olumlu anlamda salladım.
"Başka seçeneğimiz yok."
Öyle yaptık ; Yoo Seul ve ben evde hazırlanırken babam işe giderken Min Hyuk'u da okul üniformasını giymesi için evine bıraktı.
Kahvaltıda Bay Yang dışında kimse konuşmadı. Yoo Seul'ın babası hayatı seven bir adam. Gazetesini okurken bir yandan da fıkra anlattı.
Kızının durgunluğunu fark edince o üçü arasında tuhaf bir konuşmaya şahit oldum.
"Neyin var senin?" diye sordu Bay Yang, Yoo Seul'a.
Muhtemelen dün konuştuklarımızı duyan -ya da bile isteye dinleyen?- Bayan Lee asla aşağı inmeyen sol kaşının kenarını kaşıdı.
"Kızlar arasında olur öyle şeyler."
Böylece Bay Yang'ı susturduğunu zanneden Bayan Lee, Yoo Seul'ı kızdırmıştı.
"Sen ne anlarsın ki?" dedi Yoo Seul korkunç bir yüz ifadesiyle.
Bayan Lee, chopstiklerini kenara bıraktı, kızına sahte bir tebessümle baktı.
"Babanız sizi okula bıraksın."
Sonra kimse bir şey demedi, kalktık.
Havada kötü şeyler olacağını önceden söylemeye çalışan tuhaf bir kasvet vardı ; bulutlar gökyüzünü görmemizi engellerken, ağaçlar bizi uzaklaştırmak istercesine rüzgara kapılıp dallarının savrulmasına izin veriyordu.
Bay Yang'ın siyah lüks arabasından indik, okulun olduğu sokakta fakat tam okul kapısının önünde durmamıştı. Sanırım bu Yoo Seul ve onun arasında bir kural ; Yoo Seul okula babasıyla gelenleri havalı bulmazdı.
Yanımda yürürken hiç konuşmadı.Yang Yoo Seul'ın konuşmadığı pek az zaman vardır. Bu duruma ayak uydurmaya çalışsam da içim rahat etmiyordu. Bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sunya
Fanfiction"Sana sıfırın bir değeri olmadığı söyleyen ahmaklara sakın inanma." 2016-2022 #bangtan