•52•

3.9K 406 471
                                    

Günler geçti, geceler üstümde kaldı.

Acıyı iten Sunya, bir çakıl taşı değildi artık. Bir sıfır değildi. Kendisiydi sadece. O kadar.

Hastaneden taburcu oldum. Doktor nadiren kendini hatırlatan ağrılarım için iki çeşit ağrı kesici vermişti. Birini gündüz fiziksel acıya dayanamayacak olursam içecektim, diğeri de geceleri baş ağrım olduğunda kullanacağım pembe küçük kapsüldü.

Jungkook'un sebep belirtmeden beni terk edişinin acısına iyi gelecek bir şeyleri var mıydı, bilmiyorum. Kendini en sık hatırlatan acı oydu, göğsümü saran kemiklerin arasında, orada büyümeye devam ederek bana yalnızlığımı hatırlatıyordu.

Terk edilen tüm insanlar gibi eve adapte olmaya çalıştığım iki günlük dinlenme sürem bittiğinde okula gitmek zorundaydım. Babamla hastanedeki eşyalarımı topladık, annem bize yardım etti. İlginç bir şekilde aptal kocasından, sevimsiz iş yerinden ya da üvey altın çocuklarından bahsetmiyordu. Bizi eve bıraktıktan sonra gideceğini sandım, babamla o hiç ayrılmamışlar gibi annem gelip eve girdi. Her şeyin yeri aynı olduğu için valizleri bunu mütemadiyen yapıyormuşçasına vestiyere bıraktı, kolumdan tutup odama çıkmamda bana destek oldu.

Babamla annem, senelerdir ayrı kalmış bir çift izlenimi vermiyordu. Benim yanımda, bu haldeyken kavga etmelerini beklemiyordum ama yine de bir şeyler doğru değildi.

Düşününce, içinde bulunduğumuz durumda doğru olan hiçbir şey bulamadım.

Okula gittim. Ayağımdaki alçı birkaç gün önce çıkmıştı, yerine sadece ayağımı saran bir beyaz sargı takmışlardı; zorunlu olmadıkça yürümüyordum. Bileğim hala sızlıyordu.

Koridorda gördüğüm herkes beni pür dikkat izliyordu, kafamı kaldırıp onlara baktığımda gülümsüyorlardı. Öyle alay edercesine değil, sanki arkadaşmışız gibi bir gülümsemeydi bu.

Aynı sınıfta olduğum halde senelerdir hiç konuşmadığım iki kız yürümek için yardıma ihtiyacım olup olmadığını sorduğunda şaşırdım. Bana acıyorlar mıydı yanı?

"Hayır." dedim net bir sesle.

"Sağ olun."

Sınıf kapısının önünde durduğumda tek istediğim Jungkook'un her zamanki haliyle, kenardaki sırasında muzlu süt içiyor olmasıydı.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

Anyong, bir merhaba olabilirdi.

İçeri attığım ilk adım, umut doluydu.

Ama bu anyong bir elvedaydı.

Jungkook yoktu. Sırasında Jae Hwan vardı, iki oğlanla son maç skorlarını konuşuyordu.

Ciğerlerimde tuttuğum nefesi dışarı üfledim.

Gidip kendi sırama oturduğumda birkaç kişi yanıma geldi.

"Anyong, Sunya." dedi biri.

"Geçmiş olsun." Cümleleri geldi ardından.

"Şimdi daha iyi misin?" diye sordu bir diğeri. Önüme bir kutu muzlu süt bıraktı.

Kızın yüzü tanıdık gelmeyince yaka kartına baktım. Kim Yeo Reum. Sınıf başkanıydı.

Onunla ortaokuldan beri aynı sınıftaytık, buna rağmen ilk kez konuşuyorduk.

"İyiyim." dedim, samimi olup olmadığına karar verememiştim.

"Sorduğun için sağ ol."

Kızlar gayet doğal bir şey yapıyor gibi benimle konuşmaya devam ettiler. Sohbete çok katılmadığımdan, daha çok kendi aralarında bir şeyler sorup ben yokken olanlardan bahsediyorlardı.

sunya Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin