"Bay Stark'la ben dans edeceğim!"Hastaneden hatırlayacağınız Bayan Potts, giydiği beyaz elbiseyle düğünün en güzel kızıydı. Ellerini beline dayamış, bilmiş bir tavırla bana kaşlarını çatarak bakıyordu. Artık tamamen azalmış saçlarını örtmek için kafasına beyaz bir şal bağlanmıştı, gerçekten bir melek gibiydi.
"Pekala, Bay Stark'la sen dans et. Ama bana da bir partner bulman gerek." Eğilip eteğini düzelttiğimde halinden memnun şekilde güldü.
"Oldu bil!"
Arkadaşlarının yanına koşarken onu izledim.
Güneş batarken ağaçların arasına iple yerleştirilen küçük lambalar yanmaya başladı, süslemeler sade ve etkileyici görünüyordu. Ortamda özellikle kızlar arasında popüler olan Jungkook'un bu başarısında giydiği takım elbisenin de payı büyüktü. Tüm Bangtan aynı takım elbise içindeydi.
Her şey yüzde yüz hazırlanmıştı, gelin hazırdı, damat (yakışıklılığı ile çok fazla ilgi çekse de) hazırdı, konuklar gelmeye başlamıştı, Bangtan üyeleri bir oraya bir buraya koşturuyor, işlerin sorunsuz ilerlediğinden emin olmaya çalışıyordu.
Bir cumartesi akşamı, küçük kilisenin arka bahçesindeki düğün hayal ettiğimden çok daha güzeldi.
Yoo Seul, elbisemin kenarını düzeltirken "Bu günün geldiğine inanamıyorum!" diyordu. Bahsettiği şey gerçekten bu düğün mü, yoksa beni bu elbiseyle görmek mi bilmiyordum.
"Çok güzel olmuşsun Sunya." Iseul, makyaj masasında otururken bana aynadan bakıyordu.
"Senin için çok mutluyum!"
"Sağ ol." Gülümseyerek yanıtladım onu, üç adım ilerideki koltuğa ilerleyip oturarak bahçeyi oradan izlemeye devam ettim. Min Yoongi, Haru'yla ses sisteminin yanında çene çalıyordu, son günlerde Pessoa'nın kitaplarına kafayı takmış olan Haru yine bir şeyler anlatırken sevgilisi onu parlayan gözlerle dinliyordu.
Namjoon, Eva ve Min Hyuk sahne arkasındaydı. Bu açıdan onları görmek zordu, kafamı ileri doğru uzatıp bakmaya çalışsam da sadece birinin sırtını ve Eva'nın yeni boyattığı mavi saçlarını görebildim. Jin, yanında Yuta ve Yoo Geun'la birlikte çocukların oynadığı alandaydı. Bayan Potts, diğerlerinden küçük olmasına rağmen çocukları yönetiyor, oyunları organize ediyordu. Az evvel Yoongi'nin onları "Çitlerden uzak durun" diye uyardığını duymuştum. Bu yüzden ortalarda bir yerde oynuyorlardı.
Kim Tae Hyung, Hoseok ve Nina'yla birlikte köşedeki masada oturuyordu, hemen yanlarında Bizimki vardı, tasmasını çıkarmıştık ama çocuklardan bazıları korkunca Hoseok artık kocaman olmuş Bizimki'ni masanın yanındaki kapalı alana bırakmıştı.
"Sizinkiler nerede?" So Ra, başımda dikildiğinde düşüncelerden kopup ana geri döndüm.
"Annem evden çıkarken kendini iyi hissetmiyormuş, belki de gelmezler."
"Olur mu öyle şey?!" Yoo Seul'ın abartılı tepkisi herkesi korkuttuğunda onun tüm aşırılıklarına alışmış olan benim gözlerimi kırpmama dahi gerek kalmadı.
"Olur." diyerek saçlarımı düzeltip ayağa kalktım.
"Ah, elbisen kırışmış! Sana bir prenses düğünden önce asla oturmamalı demiştim." Iseul, eteğimin tüllerini eliyle düzeltmeye çalışırken "Prenses değilim" cümlesini son üç saatte en az altmış yedi kere tekrar ettiğimden artık uğraşmamaya karar vermiştim. Yooseul hala aynı konuda takılı kaldığından odada yürürken bana bakarak konuşuyordu.
"Ne demek annemler gelmese de olur? Delirdin mi sen? Bu seninle ilgili çok önemli bir gün. Ben onları aramaya gidiyorum. Hem, Jungkook nerede?" Onu durdurmama fırsat kalmadan odadan büyük bir coşkuyla çıkmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sunya
Fanfiction"Sana sıfırın bir değeri olmadığı söyleyen ahmaklara sakın inanma." 2016-2022 #bangtan