"Anlat."
Okuldan çıktıktan sonra kalbimdeki sıkıntıyı gidermek için bir saat boyunca ağlamaya çalışsam da çabalarım sonuçsuz kalmıştı. Düşüncelerimdeki belirsiz karmaşayla birlikte o kadar kötü hissediyordum ki, ağlamak şöyle dursun, etrafa bomboş bakmak dışında başka hiçbir şey yapamadım.
Tek çözüm, zihnimdeki bulanıklığı temizleyecek kişiye gitmekti.
Karşımda gözleri yaşlı beklerken bile bana aciz hissettiren Min Jae'ye tokat atmak istiyordum, bedenini sertçe sarsıp yalancı olduğunu söylemek istiyordum. Tüm güzel şeylerin ve umutların bittiğini hissettiren içimdeki o korkunç kara bulutlar, ardındaki öfke kasırgasıyla birlikte giderek güçleniyordu.
"Na Ri... Ben gerçekten üzgünüm-"
"Bunu dinlemek için gelmedim."
Saldırgan bir tavırla sözünü kestiğimde omuzlarını düşürdü.
Okuldan çıkıp sokaklarda anlamsızca dolanırken zihnimi susturamayacağımı anlamış ve kendimi birden Lee Ailesi'nin evinin sokağında bulmuştum. Kapıyı açan Bayan Lee, Min Jae'nin dışarıda olduğunu söyledi, ben salonda beklerken oğlunu aradı ve şükürler olsun ki benimle konuşmak yerine aşağıda işleri olduğunu söyleyerek gitti.
Zaten etrafta beni arayan Min Jae, ona gelmeme çok sevinmişti. Eve girdi, beni salonda ayakta buldu ve sarılmak için hamle yaptı ama geri çekildim.
Bu, benden alacağı darbelerin ilkiydi. Hatta belki de en hafifi.
Kimsenin duymaması gereken şeyler konuşacağımıza emin olduğum için terasa çıktım. Min Jae beni takip etti. Her ne söyleyecekse, ya da ben her ne şekilde ona öfkemi kusacaksam, bunu kimsenin görmemesi gerekirdi. Biz ne yaşarsak yaşayalım, bunu önce kendimiz halletmeliydik. Her şeyi bildiğini zanneden ama gençliğini unutan yetişkinler işimize burnunu sokmadan, sadece biz halletmeliydik.
Üstü tahta yapılarla, kenarları da özel camlarla kaplı terasta, kenara yerleştirilmiş karşılıklı iki tekli koltuğa oturduk. Buz kesilen bedenimdeki kasların her biri ayrı acı veriyordu. Omuzlarımdaki kasılmalar çoktan kendini belli ettiğinden, dimdik oturmuş, delici bakışlarımla karşımdaki genç adamı izliyordum.
"Anlat."
Uyuştuğunu hissettiğim yüzümde, zar zor araladığım kurumuş dudaklarımla tekrar ettim.
"Anlat çünkü seni affetmek için kendimi zorlayabileceğim tek yol bu."
Beni inandırsın diye geldiğim yerde, aslında ona asla inanmayacağımı görüyordum. Çünkü biz insanlar, yalanını yakaladığımız birinin gerçeğine inanmakta güçlük çekeriz.
"Ne anlatmamı istiyorsun?" Pes etmiş ve cezasına razı olmuş gibi arkasına yaslandı.
Yutkundum.
"Min Na Yeol'la nasıl tanıştığını. Her şeyi."
Min Jae, şimdilik rahat bir tavırla cevap veriyordu, gözlüğünü burnunun gerisine itti, benimle dalga geçer gibi güldü.
"Nasıl anlatayım? Bu hikayeleştirebileceğim bir şey değil, Na Ri. Gerçekçi ol lütfen."
Sonra kaçarcasına ayağa kalkıp yürüdü, yüzünü görmeme izin vermiyordu.
Onu taklit ederek yanına gittim, korkuluklara yaslandım.
"Bunu yalancının birinden duymak oldukça garip."
Lee Min Jae'nin en nefret ettiği kelimelerden ilki yalancı'dır. İkincisi aptal ve üçüncüsü de köpek. Bu ikisini ona söylerseniz size kızabilir. Ama ilki, onun kabul edemeyeceği bir hakarettir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sunya
Fanfiction"Sana sıfırın bir değeri olmadığı söyleyen ahmaklara sakın inanma." 2016-2022 #bangtan