Ertesi günün sabahında, babam ve Soo Hyun'la kahvaltı masasındayken havanın da güzel olmasıyla birlikte içimde yeşeren bir şeyler vardı. Bir his, küçük bir kıvılcım bana iyi bir şeyler olacağını fısıldıyordu. İçimde ölü bir yerlere su serpilmişti sanki, canlanıyor gibi hissettim.
Genelde bu tarz ergenlik buhranları yaşamam, aslında benim yaşadıklarımın pek çoğu öfke dolu yastık fırlatmalar ya da bol ağlamalı dramatik filmler kuşağı içerir.
O gün farklıydı.
Babam son yudumlarını içip bitirdiği kahve bardağını masaya bırakırken sandalyesini geriye itip ayağa kalktı.
"Hadi, seni okula bırakayım."
Benim aksime, durgun bir hali vardı.
İlk defa ikiletmeden kabul ettim bu teklifini. Kafamı onaylarcasına salladıktan sonra kenardaki sırt çantama uzandım.
Salonu geçerken babam bir şey hatırlamış gibi birden durdu.
"Aklıma gelmişken... Bazı şeyler duydum, Na Ri. Annenin seni davet ettiği ödül töreninde, pek hoş olmayan şeyler yaşanmış. Önce, bir yanlış anlaşılma olduğunu sandım, benim kızım böyle bir şeyi asla yapmaz dedim ama..."
Soo Hyun masadakilerle ilgileniyordu, ortamdaki gerginliği hissedince "Kahve makinası çalıştı herhalde..." dedi. Mutfağa kaçmak için bahane aramaktan başka bir şey değildi yaptığı.
"..ben ona bir bakayım." diyerek elindekileri bırakıp gitti. Babamla salonda baş başa kaldık.
"Annem seni mi aradı?" Sorduğum bu soru, babama verebilecek mantıklı o cevabı bulma çabamın bir parçasıydı aslında.
Eğer annem babamı aramışsa, bu büyük bir olaydı. O ikisinin tekrar bir araya gelmesi, barışıp yeniden dillere destan bir çift olması için on dakika konuşmaları, hatta hiç konuşmadan birkaç dakika birbirlerine bakmaları yeterdi.
Babam kafasını olumsuz anlamda salladı, alnında oluşmaya başlayan kırışıklıklar belirginleşti.
"Hayır, Bay Nam aradı. Bunun herhangi bir ergenlik krizi olabileceğini düşünmüşler. Anneni çok üzmüşsün..." Bir şeyler söyleyecekken vazgeçti.
"Gel hadi, arabada savunmanı dinleyeceğim." dedi. Bana bir adli davadaymışız gibi davranması, işi ciddiye aldığını gösteriyordu.
Derin bir nefesi dudaklarımdan dışarı üfledim. Babama söyleyecek bir şeyim yoktu. Bunun herhangi bir ergenlik krizi olmadığını ikimiz de biliyorduk. Ama babamın canını sıkan asıl şey, Bay Nam'ın onu aramış olmasıydı. Annemin bizi o görgüsüz için terk etmiş olması durumuna katlanamıyordu babam. Biliyordum, Yoo Seul'ın ailesi bile hala dağılmamışken, bizim böyle paramparça oluşumuz onu mahvediyordu.
Salondan geçip evden çıkmaya hazırlandığımızda babam çoktan ayakkabılarını giymişti. Ben de bağcıklarımı bağlayıp ayağa kalktım ve o anda zil sesi duyuldu.
Soo Hyun kapıyı açmaya gelmişti, babam ona ben hallederim dercesine elini kaldırdı.
Uzanıp kapıyı açtığında bize gülümseyen bir Jungkook, en az bahar güneşi kadar parlaktı.
"Günaydın!" dedi tavşan dişlerini göstererek gülerken.
Babamın yüzündeki o huzursuzluk silindi.
"Günaydın, Kookie~"
"Çıkıyor muydunuz? Na Ri'yle bugün okula yürürüz diye düşündüm. Hava epey güzel."
Hayatının yüzde sekseni serserilik üzerine kurulu bu oğlanın düzgün telaffuzu ve saygılı tavrı tüm ebeveynleri mest edebilirdi. Babamı görünce tam bir beyefendi oluyordu. Yine de bu haline gülmeden edemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sunya
Fanfiction"Sana sıfırın bir değeri olmadığı söyleyen ahmaklara sakın inanma." 2016-2022 #bangtan