B-1

117K 4.4K 1.2K
                                    

Neden Yabancılardan Bir Şey Almamam Gerektiğini Öğreniyorum

"Bora işte şimdi düzyatan oldu." Beden öğretmenimiz bir kahkaha attı. Gözlerimi devirdim. 10 şınavdan sonra kalkacak halim yoktu. Yüz üstü uzanmış öylece salonun ortasında yatıyordum. Adam da böyle iğrenç bir espri yapma ihtiyacı hissetmişti. Hocaların kendilerini Cem Yılmaz olarak görmeleri yok muydu, beni öldürüyordu. Sen öğretmensin, öğretmenliğini bil. Espri senin neyine? 

"Hocağğhhhmm" konuşmaya çalışsam da beceremedim. Haydi Bismillah, diye mırıldanıp kollarımdan güç alarak yükselmeyi denedim. Sadece denedim. Salonun kenarındaki banklardan gülüşme sesleri yükseldi. Domatese dönmüş suratımı o tarafa döndürdüğümde gülüşmeler arttı. Korka korka kızlar grubuna baktım ve Aysel'in aralarında olmaması için dua ettim. Fakat oradaydı. Tüm güzelliğiyle grubun ortasından tam olarak bana bakıyor ve gülüyordu. Ela rengi gözleri düşen ışığın altında ahenkle dans ediyordu. Ucunu pembeye boyadığı açık kumral saçları kalçalarına kadar iniyordu. Voleybol şortu etrafına dizilmiş diğer tüm kızlardan daha çok ona yakışmıştı. Mankenleri kıskandıracak kadar güzel bacakları güneş yanığıydı. Daracık tişörtünü çekiştirdi. O tişörtü frikik vermek için giydiğini biliyordum. Aysel o tür bir kızdı. Güzelliğiyle herkesi kendine hayran bırakacak, erkekleri peşinden koşturacak ve onu istememizi sağlayacak bir kızdı. Erkeklerin uyumadan önceki düşüncelerine sık sık uğrayan bir kız olduğu herkesçe bilinen bir şeydi. Fakat Aysel benim için farklıydı. Daha o evrim geçirmeden önce ben onu tanıyordum. Ön dişleri olmadığında onu tanıyordum. Kekeme sorunu olduğunda da onu biliyordum. Şimdiyse, onu tanıdığımdan emin değildim. Tek bildiğim Aysel'in eski Aysel olmadığı ama benim hala ona karşı eski duygularımı beslememdi. 

O asla senin olmayacak, iç sesim sarsılmış özgüvenime saldırıya geçti.
Hatırlatmasana, dedim tekrar doğrulmaya çalışırken. İç sesim kötü adam kahkahası patlattı. 
Sen bakir öleceksin. Bin bir güçlükle doğruldum. İç sesimle kavga edecek halde değildim. Yeterince rezil olmuştum. Dahasına ihtiyacım yoktu.

Beden hocamız yeşil gözlerini bana dikti. Ciddi bir şekilde elini omzuma koydu ve "Leş gibi kokuyorsun Düzyatan. Git duş al." dedi. Gülüşmeler daha da arttı. Beden öğretmenimiz başını banklara doğru çevirdi. Kızlar gülmeyi kestiler. Gülüşmeler yerini hülyalı hülyalı iç çekişlere bıraktı.

Ben neden bu adamın yarısı kadar seksi değildim? Neden yavru köpeklere benziyordum? Neden? NEDEN?

Ben soyunma odasına ilerlemeye başladığımda beden hocamız yeni bir kurban seçti. Çocuk korka korka salonun ortasına çekti. Soyunma odasına girmeden önce çocukla göz göze geldik. Başımı öne düşürdüm. Hocamızın tok sesi salonda yankılanırken arkadaşa son bir bakış attım. Gazan mübarek olsun karşim...

Pekala biraz fazla abartıyor olabilirim. Ama bedencimiz cidden psikopattı. Özellikle de bana karşı. Tabi ablanızın nişanlısı olunca öyle oluyor sanırım. Her gün evde o adamın suratını çekiyorum. Karşıma geçip pişmiş kelle gibi sırıtıyor ve bir dahaki beden dersinde görüşürüz koçum diyor. Ben de aslında ya sen ne diyon erkek ırıspısı diye karşılık vermek istesem de veremiyorum. Ablamın nişanlısı... Tek umudum ablamı da alıp Diyarbakır gibi ülkenin diğer ucundaki bir şehre yerleşmesi. Böylece hem ablamdan hem ondan kurtulmuş olurum. 

Terden renk değiştirmiş sarı tişörtümü çıkarıp çabucak kurulandım. Duş almak için fazla üşengeçtim. Deodarandımı her yanıma sıkıp okul gömleğini üzerime geçirdim. Basketbol şortumu da çıkartıp yerine paçaları bana uzun gelen siyah okul pantolonumuzu giydim. Kravatı bağlamak yerine öylece boynuma astım. İdarecilerden biri ya da sıfırcı fizikçi ortada olmadığı sürece kasmazdım. Eşofmanları poşetime sokup dışarı çıktım. 

Karnımın guruldayınca elimle ceplerime yokladım. Param yoktu. İşte şimdi mükemmel sevimliliğimi kullanmanın tam zamanıydı. Rehber öğretmen olan ablamın odasına doğru emin adımlarla ilerlemeye başladım. Göster kendini yavru köpek sevimliliği. 

Odası her zamanki gibi doluydu. Ben de içerideki sorunlu gencimiz ya da sorunlu gencimizin ailesi çıkana dek dışarıdaki sandalyelerden birine kuruldum. Benden birkaç dakika sonra bir çocuk ayaklarını sürüye sürüye yanıma gelip sandalyelerden birine çöktü. Elindeki mentosu bana doğru uzattı. "İster misin?" Sesi bir değişikti. Cızırtılı? Kesinlikle cızırtılı sesi için doğru tabirdi. Açlığıma yenik düşmüş olacağım ki paketten iki tane mentos kapıyorum. Çocuğun eli o sırada havada olduğu için okul gömleğinden kolunun az bir kısmı görünüyor.

Çocuğun kolları faça dolu.

Yutkundum. Çocuk gözlüklerinin üzerinden neyin yanlış olduğunu anlamak istercesine bana baktı. Başımı yana çevirdim. 

Ablamın odası boşaldı. Okul eteği minicik olan bir kız ve iyi giyimli bir adam odadan çıktılar. Ablam onları gülümseyerek kapıda yolcu etti. Sonra da bize döndü. Ben ve o çocuğu yan yana görünce sırıttı. Sırıtması öyle bir sırıtmaydı ki kolayca piç gülüşü olarak kabul edilebilirdi.

"Demek tanıştınız!" O an beynim durdu. Ablamsa bir mentosa bir bana bir de çocuğa bakıyordu. Resmen 'oh be bu psikopatı başımdan savdım' tarzında bir bakış bu. Yutkunmak dışında başka bir şey daha yapamadım. 

Ablam hızla önüme geldi. Önce yanımdaki çocuğun beresini düzeltiyor. Sonra da elime biraz para sıkıştırdı. "Hadi Ozan'la siz biraz takılın." 

"Ama.."

"Ozan kantinden pitos yedin mi hiç? Bora pitosu çok sever. Sen de ye mutlaka." Ablamın sözleri keskindi. Elime tutuşturduğu para günlük harçlığımın 2 katıydı. Çocukla ilgilen kalan para senin. 

Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Ardımdan Ozan da ayağa kalktı. Baygın bakışlarıyla beni süzdü. Ablama bakmak için kafamı çevirdim fakat o çoktan koridorda ilerlemeye başlamıştı. Korka korka çocuğu inceledim.

"Hadi bakalım... Şey... Adın neydi?"

"Ozan."

"Ozan sen pitos yemeden nasıl yaşadın yahu?"  

BoraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin