Parmaklıkların ardı hep ürkütmüştür beni. Oraya sadece insanları hapsetmezler aslında. Yorgunluğun, kırgınlığın, acının izlerini hapsederler. Şu an binlerce siyah boyalı parmaklıkların ardındayım. Acılar gözümün önünde. Kim bilir kaç insanı acılarıyla hapsettiler buraya. Kim bilir kaç insan sevdiği insanlara son sarılışının daha sıkı olmamasından, sevdiklerini bir daha göremeyeceğinden şikayet etti burada. Burası acının merkezi.. Binlerce ruhun cehennemi..
Saatler daha hızlı geçiyor burada. Belki de fazla düşündüğümden. Acaba Deniz ağlıyor mu? Ateş.. Son haykırışı hala kulaklarıma çınlıyor.Çoktan sabah olmuş olmalı. Güneş görmüyor ki burası.. Etrafı aydınlatan minicik bir ışık dalgası var sadece. İçerisi soğuk ve karanlık. Ruhumun sessiz can çekişlerini duyuyorum bir de kapının büyük bir gürültüyle açılışını.
Kimin geldiğini görmek için parmaklıkları kavrayıp meraklı gözlerimi kapıya çevirdim. Görüş alanıma giren, açık kumral saçlar ve her santimine aşık olduğum kahverengi gözler..
Tanrım.. Bu bakış.. Bu bakışı son olmasın lütfen. Ben.. Ömrümün son dakikalarında da bu bakışı göreyim..
"Ateş! Deniz.. Deniz nasıl?" Parmaklıkları sıkı sıkı kavrayan ellerim onun sıcak avuç içleriyle buluştu.
"Merak etme o iyi. Burası çok soğuk Kumsal. Üşüdün mü?"
"Ben iyiyim. Merak etme. Herşey yoluna girecek tamam mı? Deniz'e en yakın zamanda yanında olacağımı söyle. Bir de.. Onu çok sevdiğimi." Titreyen vücuduma baktı. Üşüdüğüm için mi titriyordum? Yoksa bakışları içimi titrettiği gibi bedenimi de mi titretiyordu?
"Üşüyorsun! Lanet olsun." Demir paraklıkların arasından, soğuktan moraran elimi uzatıp sakallarına dokundum. Gözleri büyük bir huzurla kapandı.
"O söylediklerimi unutalım tamam mı? Belki de bu seni son görüşüm. Haykıra haykıra söylemeliyim sana seni sevdiğimi." Elini elimin üzerine koyup gözlerini araladı.
"Konuşma böyle!"
"Cinayetten içerideyim sevgilim. İşlediğim bir cinayetten. Ötesi yok.. Beni dört duvar arasına hapsettiklerinde gelme Ateş. Beni orada görme!"
"Saçmalıyorsun.." Arkamı dönüp duvara doğru ilerledim. Kirden grileşen duvara..
"Git" diye mırıldandım. "Buraya yakışmıyorsun.."
"Buraya yakışmayan sensin güzelim."
"Git!" diye bağırdım son kez. Ağlamamak için sıktığım çenem bana hiç yardımcı olmuyordu. "Burada görmek istemiyorum seni!" Bir sessizlik.. Ayak sesleri ve kapının aynı gürültülü kapanma sesi. Gözyaşlarımın yanaklarımı ıslatmasına izin verdim. Son damlaydı.. Bitmişti.. Buraya kadardı..
*****
Kelepçeli ellerim ve yanımdaki polisler.. Dört duvar arasında sıkıştırmaya götürüyorlar beni. Araba hızla ilerliyor beni ölüme götürmek için. 30 yıl.. Nasıl geçer güneşi görmeden. Deniz bir kez daha nasıl kaybeder annesini. Gözlerimde ki yaşlar düşmesin diye gözlerimi sımsıkı kapatırken, arabanın bir frenle yana savrulduğunu hissettim.
Bunun iyiye işaret olmadığını anlarken, etrafıma bakındım. Araç savrulmaya devam ediyordu. Bir anda durdu araba. Ne olduğunu kavrayamadan daha, açıldı aracın çelik arka kapıları. Kar maskeli birkaç adam silahları doğrulttuklarında kaşlarımı çattım. Meğer.. Gerçekten ölüme gidiyormuşum.
30 yılı içeride geçirmektense, ölüm daha iyi değil mi? diye mırıldandı iç sesim. Haklıydı..
Polisler silahlarına davranmak için uygun anı beklerken, bunu beklermiş gibi adamlardan biri yanımda ki polisi çekip aldı ve silahı şakağına dayadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahın Kokusu
Teen FictionYolum uzun, sırtımda ki yüküm ağırdı. Ben siyahı tekrar mavileştirmeye çalışan aptaldım. Üstü siyahla kapanmış bir mavi geri dönmezdi. Bu siyahın doğasına aykırıydı. Değdiği heryeri çekiyordu karanlığa. Ateş bana dokunduğundan beri çıkmıyordu üzerim...