3. Bölüm

2.9K 138 12
                                    

Evin içinde bir o yana bir bu yana yürürken delirecekmiş gibi hissediyordum. Peri'nin oraya gitmesi normaldi ama Nazlı'nın gitmesi ne alakaydı? Hemde bana haber bile vermeden, annemin arkasından basıp gitmiş. Üstelik telefonuda kapalı.

Sehpanın üzerinde titreyen telefon deli hareketlerime bir ara vermemi sağladı. Peri arıyordu ama şuan o kadar sinirliydim ki vereceği haber için heyecanlanamıyordum.

"Alo, abla?" Koltuğa oturdum.

"Efendim ablacığım?" Dedim ses tonumu sakin tutmaya çalışarak.

"Nazlı ablam burada biliyor musun? Ne oluyor anlamadım ama hem sinirli hem de üzgün. Annem görünce şok oldu." Parmaklarımı alnıma bastırdım.

"Bana hiçbir şey demeden çıktı gitti. Ona söyle gelince canına okuyacağım." Peri her ne kadar durumu şakaya vurup söylediğime gülse bile ben ciddiydim.

"Tamam şimdi kapatıyorum, annem yemeğe çağırıyor." Dediğinde içimde büyük miktarda bir panik belirdi.

"Şey Peri, dediğimi yaptın mı?" Ses tonumdaki tedirginliği parçalamak istedim.

"Yaptım abla, tepki vermedi." Beklediğim cevap bu değildi.

Hiçbir şey söylemeden telefonu yüzüne kapattım ve aynı ifadesizlikle telefonu yanıma bıraktım. Nefes alış verişim değişti ve kalp atışlarım hızlandı. Bu heyecandan ya da korkudan oluşan bir hızlanma değildi. Bu neydi bilmiyorum ama çok acı veriyor. Kalbim yerinden çıkacak gibi.

Tepki vermedi.

Bu ne demek? Duygularını bu kadar mı gizliyor? Ya da benden bu kadar çabuk mu vazgeçti? Onu terk eden benim! Neden zoruma gidiyor ki? Ben bunların hepsini hakediyorum. Hatta daha ağırlarını.

Göz yaşları akmak için beni zorlarken elimi boynuma koydum. Ağlamak istemiyorum ama bir şeyleri parçalama isteğim oldukça yoğun. Olası bir sinir krizinde kendi kendimi durduramayacağım gibi beni durdurabilecek biri de yok.

Sehpanın üzerinde duran soğuk kahveli kupayı elime aldım ve karşı duvara fırlattım. Bu belki delice gelecek ama beni inanılmaz rahatlatıyor. Sehpanın üzerinde duran dergiler, biblolar bir bir duvarı boylarken içimden bir şeyler kopuyormuş gibi bağırdım. Öyle güçlüydü ki boğazım acıyla yanıyordu.

"Ben yaptım!" Koltuktaki yastıkları salonun dört bir yanına fırlattım.

"Ben aptalın önde gideniyim!" Üzerindeki şeyleri yere fırlattığım yetmiyormuş gibi sehpayıda ters çevirdim.

Vitrinden aldığım bibloyu duvara vurduğumda tıpkı biblo gibi elimde paramparça oldu. Avuç içimden ve bileğimden akan kanlar parkeye damlıyordu ama ben canımın acısını bile hissedemiyordum.

Sırtımı kanlı duvara yaslayıp yere çöktüm ve yüzümü dizlerimin arasına gömdüm. Bu nasıl lanet olası bir his böyle? Vursam, kırsam, parçalasam kendimi kalbimdeki his kadar acıtmıyor. Kalbimde durmadan kanayan, kabuk bağlamayan bir yara var. Asla iyileşmeyecekmiş gibi.. o olmadan düzelemezmişim gibi.

Ellerimi saçlarımın arasına götürüp var gücümle çekiştirdim. Delirdiğimi söylediğim zaman belki bana inanmadınız ama ben cidden deliriyorum.

"Kendimden nefret ediyorum! Ben geri zekalının tekiyim! Onu haketmiyorum!" Her cümlede ellerimi başıma vurdum.

Yaklaşık beş dakika ağlamaya devam ettim. Sonra bir yorgunluk çöktü üstüme, belki de onu terk edişimin ağırlığıdır bu.. bana ettiği beddualardır belki de tüm bu yorgunluk.

Usul usul yere yattım ve bacaklarımı kendime çektim. Cenin pozisyonunda yatarken gözlerimi kapadım. Yaşlar benim kontrolüm dışında ağır ağır yanaklarımdan süzüldü ve parkeye damladı.

                                     ***

Gözlerimi araladığımda bembeyaz ışıklı bir yerdeydim. Belki de ölmüştüm ve kurtulmuştum. Kapı kapanma sesini duyunca ölümle ilgili olan hayallerim suyu boyladı. Başımı sesin geldiği yere çevirip baktığımda Alperen'i gördüm.

"Sonunda uyandın. Sana bir şey olacak diye aklımızı oynattık." Derken yüzünde yine o sevimli gülümseme vardı.

"Neredeyim ben?" Boğazım kupkuruydu ve deli gibi acıyordu.

"Hastanesin, evde sıkılma diye geldik ama sen kapıyı açmayınca hemen eve girdik. Neden kendine bunu yaptın?" Şimdi oldukça ciddiydi ve kaşları çatıktı.

"Eve gitmek istiyorum, hastaneye getirdiğin için teşekkürler." Sorusundan kıskıvrak kaçarken doğrulmaya çalıştım.

"Serumun bitince gideceksin zaten Selin. Annenlere haber verdim birazdan burada olurlar." Bedenim öfkeyle kavrulurken iyiden iyiye doğrulmuştum.

"Neden böyle bir şey yaptın?! Oldukça basit bir olay yüzünden onları neden buraya çağırdın Alperen?!" Acıyan boğazım yine zorladığım için sızlıyordu.

"Birincisi bu basit bir olay değil. Sen asla kendine zarar vermezsin Selin ve sakın itiraz etmeye kalkma. Kendine bile isteye zarar vermeye çalıştığın bariz belli." Ben ne kadar sinirliysem o da o kadar sinirliydi.

Öfke dolu konuşmamız annemlerin odaya girmesiyle nihayet sonlandı. Alperen'i seviyorum ve onunla kavga etmek gibi bir niyetim yok. Annem hemen yanıma koşup sargılı olmayan elimi sıkıca tuttu.

"Selin, neden böyle yapıyorsun kızım? Neden kendine zarar veriyorsun? Uzun zamandır sinir krizi yaşamıyordun." Derken ses tonu ağlamaklı geliyordu. Başım bir anda korkunç bir şekilde ağırmaya başladı.

"Şuan konuşacak durumda değilim anne, sonra." Yeniden yatağa uzanıp ayaklanan midemi bastırmaya çalıştım ama sürekli dönen başım bana hiç yardımcı olmuyordu.

"Eh be ikizim, günden güne mahvoluyorsun ve bu bizide mahvediyor." Nazlı'nın sesini duysam bile gözümü açıp bakamadım.

"Anneciğim, gel biz bir kantine gidelim. Sabahtan beri hiçbir şey yemedin." Peri annemi ikna edip odadan çıkınca gözlerimi açtım. Tıpkı onlar gibi Alperen de gitmişti.

"Ali gece eve geldiğinde çok sarhoştu. Savaş ile bile konuşmadı. Kendini odasına kapattı ve bir tek biz giderken odadan çıktı. O da bizim gidişimizle alakalı değildi zaten, annem bir anda Selin'i hastaneye kaldırmışlar deyince çıktı meydana." Nazlı bir anda anlatmaya başlayınca kalp atışım yine hızlandı. Bu sefer ki heyecandı.

"İyi mi bari?" Dedim zar zor bulabildiğim sesimle. Gülümsedi.

"İyi değil." Derken yüzündeki gülümseme acılı bir hâl aldı. Kalbim ağrıdı.

"Kısa sürede toparlar kendini." Dedim, aslında bunu kendimi ikna etmek için söylüyordum ama nafileydi.

"İkinizde toparlanamayacaksınız. Bunu çok iyi biliyorsun. Artık kendini kandırmanın bir anlamı yok." Gerçekçi oluşu canımı yaktı.

"Onun annesi bizim annemizi öldürmeye çalıştı Nazlı. Üstelik o da bunu biliyordu. Bana söylemedi, sakladı, annem orada can çekişirken o annesini korudu!" Bu benim Nazlı'ya karşı verdiğim bir savaş değildi. Bu benim kendimi telkin etme çabamdı.

"Şuraya bak, adını bile söyleyemiyorsun. Geçmişi unutmaya çalış, sonuç olarak annemiz iyi ve yanımızda ama sen mutlu değilsin!" Yükselen ses tonu ağıran başıma bir ağrı daha kattı.

"Bana söyleyeceğine madem öyle sen git Savaş'la barış. Ne diye ayrıldın?" Okları ona çevirince rahatsız olup irkildi.

"Bizim olayımız başka. Onun yaptığı çok ağırdı." Gözlerini ellerine indirdi.

İkimizde susup kalmışken doktor içeri girdi. Orta yaşlı, sarı saçlı ve oldukça bakımlı bir kadındı. Yüzünde sıcak bir gülümseme ile bize bakıyordu.

"Evet Selinciğim, elin kötü durumda değil ama birkaç kesiğe dikiş atmak zorunda kaldık. Gelelim asıl duruma," deyip yeniden güldüğünde kaşlarımı çattım.

"Asıl durum derken?" Diye benden önce atladı Nazlı.

"Evet, Selinciğim. Sen iyisin ve bebekte gayet iyi." Duyduğum sözler karşısında büyük bir mide bulantısı hissettim.

"Bebek mi?!" Nazlı kendine hâkim olamayıp bağırırken ben kalakalmıştım.

"Selin, iki aylık hamile."

BoşlukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin