4. Bölüm

2.7K 137 3
                                    

Pişmanlık. Neden bilmiyorum ama büyük bir pişmanlık yaşıyorum.

Yalnızlık. Zaten varlığına alışık olduğum durum şimdi iki kat daha fazla acı veriyor.

Üzüntü, kırgınlık, acı ve daha niceleri.. hepsi kötü hisler, hepsi kimsenin yaşamak istemeyeceği hisler ama ben hepsini yaşıyorum. Hayatım boyunca yaşadım.

Ali Mertoğlu'nun sözlükteki karşılığı acı çekmek mi acaba? Ya da terk edilmek, sevilmeyen kişi demek falan mı?

Günler günleri kovalarken bir hafta geçti babamın cenaze gününün üzerinden. Ev şimdi hiç olmadığı kadar sessiz. Herkes kendi aleminde takılırken yine boşlukta olan benim. Halam şirketle uğraşmaktan, annem tedavi görmekten ve arkadaşlarım kendi çapında eğlenirken yine ben kendi yalnızlığımda boğuluyorum.

Onu öyle çok merak ediyorum ki.. o gün Güneş Hanımlar apar topar giderken peşlerine takılıp gitmek istedim. Ona zarar gelecek düşüncesi bile kanımı dondurmak için yeterli.

Şuan ne durumda merak ediyorum, neden hastaneye kaldırıldı, bir kaza mı oldu, bir yerini mi kırdı ne oldu deli gibi merak ediyorum. Beynimin içinde konuşup duran ses beni tüketiyor.

Savaş, o gün Nazlı'nın gelmesini fırsat bilerek barışmak için bir adım attı. Şuan ne durumdalar bilmiyorum ama iyi şeyler olacak gibi. Onlar bizim kadar inatçı değil ve sürekli kırmadılar birbirlerini. Yıkıcı değil hep yapıcı oldular. Bizim aksimize.

Bizim ilişkimiz bir kaostu. Çevremizdeki insanlardan çok biz yıprattık birbirimizi. Nefret ettik, oyun oynadık, kalp kırdık, aslında iyileştirmeye gönüllü olduğumuz yaraları bile isteye kanattık.

Yalnız kaldığımız her an sorardı bunu bana. Biz neden birbirimizin canını yakarak anlaşıyoruz deyip masum masum bakardı yüzüme, pişman olurdum yaptıklarıma.

Gözleri öyle derin ve dipsiz bir kuyuydu ki sığındığım tek limandı. Huzur bulduğum, kendimi tam olarak kendim hissettiğim tek yerdi. O bir bakardı bana, bin anlardı beni. Ben konuşmazdım ama o anlardı.

Basit değildi hiçbir şeyi. Elleri, ağzı, burnu, elmacık kemikleri özenle yaratılmıştı. Öyle ki vücudundaki benler bile rastgele yerleştirilmiş olamazdı. Dudağının sağ üst tarafındaki beni, köprücük kemiğinin oradaki beni ve sırtındaki büyük beni öylesine olamazdı.

Hele o gamzeleri.. kendimi gömmek isterdim o çukurlara. Orayı öpmek neden bilmiyorum ama büyük mutluluk verirdi bana. O ise gülüşümden öpmeyi severdi. Gözleri her gülümsediğimde oraya kayardı ve sanki olağanüstü bir olaymış gibi izlerdi gülüşümü. Sonra öperdi.

Dedim ya basit bir kadın değildi o. Olması gerekenden olgun, çevremdeki kızlara hatta anneme bile bin basacak kadar aklı başındaydı. Zor severdi ama çok güzel severdi. Öperken koklayarak, güzel bakarak, şefkatle okşayarak severdi.

Ve biliyorum kimse onun kadar çok sevemeyeceği gibi kimse onun kadar güzel sevemeyecekti.

***

Yatağımda uzanmış tavanı izlerken odamın kapısı belki haftalar sonra ilk defa tıklandı. Gel dememi beklemeden gelen kişi içeri girdiğinde Savaş'ı gördüm. Yüzünde uzun zamandır olmayan parlak gülümseme vardı. Bu iyi şeyler olduğunu gösterirdi.

"Hayırdır kuzen, çiçekler açmış yüzünde?" Dedim o koltuğa otururken. Kollarını dizlerine yasladı. Hâlâ gülüyordu.

"Hayır oğlum hayır. Bu gece Nazlı geliyor. Biraz naz yaptı, yok işte son bir kere daha konuşacağız falan diye ama barışma yakın meşaleleri yakın!" Diye neşeyle şakıdığında ister istemez güldüm.

BoşlukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin