Sabah gözümü açıp saate bakmak için telefonumu elime aldığımda Tuğçe'den mesaj geldiğini gördüm. İstanbul'a geldiğimden beri onunla en fazla üç dört kere görüşmüşümdür ve onu aksattığımı biliyorum. Bende ona buluşmayı teklif ettim, oda kabul ettiğinde kendimi hemen duşa attım ve sıcacık bir duş aldım. Aynadaki yansımama bakınca köprücük kemiğimdeki ufak morluk gözlerimin irice açılmasına neden oldu.
"Of Ali of," kendi kendime söylenip banyodan çıktım. Hala masum masum uyumaya devam ediyordu. Bornozun iplerini iyice sıkıp yanına uzandım.
Islak parmak uçlarımı yanağında gezdirdiğimde hafifçe kaşları çatıldı. Ufak bir gülümsemeyle yüzümü yüzüne yaklaştırdım ve burnumla burnunu dürttüm. Bir şey mırıldandı ama yinede uykusundan vazgeçmedi. Daha geniş gülümseyip başımı göğsüne yasladım. Islak saçlarım göğsüne dağılmıştı ama o rahatsız bile olmuyordu.
"Uyanma vakti, uykucu şirin." Dedim başımı kaldırıp yüzüne bakarken. Eğer Tuğçe'nin yanına gitmeseydim şuan saatlerce bu şekilde durabilirdim.
"Uyumak istiyorum." Nihayet uyandığına dair bir belirti gösterdiğinde sakallı çenesine minik bir öpücük kondurdum. Dudağının kenarı kıvrıldı.
"Yöntemin çok iyi ama uykum var." Sözleri kıkırdamama neden olunca onunda gözleri açıldı. Yeni uyanmışlığın nedeniyle mahmur bakan mavi gözleri dudaklarıma odaklandı.
"Gülüşünü kaydedip zil sesim yapmak istiyorum, özellikle şu küçük kıkırtıları." Bir adam ancak bu kadar güzel olabilirdi ve bir adam ancak bu kadar güzel sevebilirdi bir kadını.
"Bende seni içime sokup saklamak istiyorum, mümkün müdür?" Dedim yanaklarını hafifçe sıkarken. Gülüşü büyüdü, gözleri kısıldı ve benim için gün şuan doğdu.
Dudaklarıma uzanıp kısa bir öpücük bıraktı. Kendini geri çekmeden peş peşe, küçük küçük öpücükler bıraktı dudaklarıma. Kollarımı boynuna sarıp onu kendime çektiğimde burnu hemen boynuma gömüldü ve benim duyabileceğim bir şekilde derin bir nefes aldı. Şuan hiç gitmek istemiyordum ama gitmem lazımdı. Yinede biraz daha durup ona sıkıca sarıldım.
***
Elimde tuttuğum içecekten bir yudum alıp pipeti ile oynadım. Tuğçe hiç ara vermeden, nefes dahi almadan Emre'yle aralarında geçeni anlatıyordu ve ben birazdan şuraya kusabilirim. Cidden kusabilirim çünkü bu çikolatalı şey midemi bulandırdı. Az önce iştahla içtiğim şeyi bir anda büyük bir nefretle masaya bırakıp olabildiğince uzağa ittirdim.
"Anlıyorsun beni değil mi? Bu çocuk beni delirtecek." Dediğinde derin bir nefes verdim.
"Tuğçe, Emre hep böyleydi. Yani bu yeni bir şey değil. Sen demedin mi ben onu böyle kabul ediyorum diye. Şimdi ne diye sövüyorsun çocuğa?" Sözlerimden sonra başını aşağı eğip dudak büktüğünde uzanıp elini tuttum.
"Hem aşkın kuralı bu. Seviyorsan katlanıyorsun, katlanmak istemesen bile katlanıyorsun. Kaçmak mümkün olmuyor ki, yalan mı?" Dediğimde beni başıyla onayladı ve dolan gözlerini gözlerime çevirdi. Gülümsedim.
"Bakma bana öyle yavru kedi gibi. İçindeki yavru kediyi öldür kedi kızı ortaya çıkar. Emre ya bu, bir kere üstüne yürüsen susup kalır. Hepsi senin elinde." Söylediğim çok mantıklı gelmiş olacak ki gözlerini bir noktaya odaklayıp düşündü.
"Kendini üzmene değmez. Baktın yine olmuyor, bırak gitsin. Bak gör ondan sonra o pişman olacak." Yüzündeki hüzün dağıldı ve kocaman güldü.
"Hadi şimdi alışveriş yapalım." Dedi, büyük bir şaşkınlıkla ona baktım. Ruh hali çabuk değişiyordu. Ayağa kalkacakken onu durdurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boşluk
FanficBir kırık gençlik hikayesi.. Uzaydaki Ali'ye, koca gözlü Selin'e selam olsun.. -bir başka AlSel hikayesi.