Ben doğduğumdan beri şanssızım. Normal çocuklar gibi bir çocukluk geçiremedim. Annem ve babam mecburiyetten sevdi beni. Sonra baktılar böyle olacak gibi değil vazgeçtiler sevmekten. Tabii ben küçük olduğum için ne olduğunu anlamadım ve onlar beni sevsin diye elimden ne geliyorsa yaptım. Yine de sevmediler. Ben ne yaparsam yapayım sevmediler.
Sonra bir gün tam hayattan ümidimi kestiğim zamanlarda damdan düşer gibi biri girdi hayatıma. Babam aldı onu zorla soktu ailemize. Bana bulaşmaz sandım ama en çok benimle uğraştı. Sordu, sorguladı, merak etti, iyileştirmek istedi. Kaçtım bende, kaçabildiğim kadar kaçtım.
Kaçarken onun kollarında buldum kendimi. En savunmasız anımda yakaladı beni ve bir daha hiç bırakmadı. Kırdım onu, yıprattım. Oyunlar oynadım, rezil ettim onu. Yine de pes etmedi. Koca gözlerini üzerime dikip bana baktığında tüm dünyadan soyutlandım. Sadece o olan bir dünyaya geçiş yaptım ve bu o kadar huzur vericiydi ki vazgeçemedim. Kapıldım rüzgarına.
Meğer o benim aynadaki yansımammış. Ben oymuşum, o da benmiş. Tıpkı benim gibi yara bere doluymuş içi. Kimseye belli etmemek için benim gibi maske takıp dolaşıyormuş. İşte o zaman sevdim onu. Kendimi bulmuştum resmen. Ruh ikizim, ruh eşim ya da her ne zıkkımsa işte.
Bir bütünken ben onunla, terk etti beni. Sardığı, kabuk bağlattığı yaraları kendi elleriyle kanattı. İçimde hiç kapanmayacak bir yara açtı. Giderken kalbimide söküp götürdü yanında ve ben yine bir başıma kaldım. Biliyordum, ben zaten hiç şanslı olamadım. Tıpkı hiç mutlu olamadığım gibi.
Şuan üzülmüyorum aslında, babamın ölümü derinden sarsmıyor beni. Bünye alışık mutsuzluğa, üzüntüye.. bir kere beni asla terk etmez dediğim kadın tarafından terk edildim, var mı bundan daha kötüsü? En güvendiğim, sırlarımı bilen, yaralarımı gören bir kadın terk etti beni. Önce annem, sonra o terk etti.
O yüzden babamın ölümü boşluk benim için. Evet, baba önemli bir kavram herkes için ve özellikle erkek çocukları için. Tabii bunu söyleyebilmem için önce bir baba tarafından sevilmem gerekiyor. Baba, babam.. ne uzak kavramlar bana.
Varken nasıl yokmuş gibiyse, yokken de aynı yokluğu hissedeceğim. Yine de insan bir kötü oluyor yokluğu yüzüne çarpınca. Belki iyi bir baba olamadı bana ama varlığı bile yeter derler ya, işte öyle bir durum.
Özellikle cesedini benim teşhis etmem.. işte bu baya zor oldu. O benim karşımda dağ gibi duran adam, herkese kök söktüren adam mosmor dudakları ve çökmüş gözleriyle karşımda duruyordu. Kireç gibi olmuş yüzü bana yabancıydı. Belki de hayatımda yaşadığım ikinci mahvoluştu bu. İlki Selin'in beni terk edişiydi.
O yüzden istemiyorum gelmesini. Bilmesin babamın cenazesini, her ne kadar benim babam olmasa da bilmesin. Kendi babasının cenazesini bilmesin. Bir kere daha yokluğundan kahrolmasın. Babasını bulmak için çabalasın, çünkü bilirse yok olur o. Kahrolur, mahvolur..
Halam cenazenin başında ağlarken samimiyetsiz bir şekilde üzülen insan topluluğuna baktım. Değer verdikleri için ya da üzüldükleri için burada değillerdi. Burada olma nedenleri mecburiyetti. Bu sanki bir görevdi onlar için ve ondan burada saçma sapan bir yas tutuyorlardı.
"Ali, kardeşim. Başın sağolsun." Başımı kaldırıp gerçek bir üzgünlük ifadesiyle bana bakan Savaş'a baktım.
Cevap vermeden başımla onayladım. O da benim gibi mahvolmuş durumdaydı. Tabii bu babamdan kaynaklanan bir durum değildi. O da terk edildi sevdiği kadın tarafından. Oysa ki ben onlar sonsuza kadar gider diye düşünüyordum ama onlarında sonu gelmişti, bizim gibi..
"Güneş Hanım, birkaç saat içinde cenaze için burada olacakmış." Dediğinde şok içinde gözlerimi ona çevirdim. Yüzünde buruk bir gülümseme vardı.
"Nasıl öğrenmiş?" Dediğimde sorduğum sorunun saçmalığını fark ettim. Ölen kişi basit biri değildi, Haluk Mertoğlu'ydu.
Savaş ile saatlerce aynı yerde oturduk. Sayamayacağım kadar çok insan tarafından teselli edildim. Sonra annemin sinir krizi geçirişini izledim. Zavallı annem.. gençliğini adadı bu adama. Oysa o adam gram sevmedi onu. Zavallı kadın.
Omzumda hissettiğim elle irkildim. Öyle dalmıştım ki insanları izlemeye. Başımı kaldırıp baktığımda diğer insanların aksine samimiyetsiz olmayan, adı gibi her zaman ışıl ışıl olan bir kadınla göz göze geldim.
"Ali," dediği anda ayağa kalktım ve sıkıca sarıldım boynuna. Benzer koku genzimi cayır cayır yakarken gözlerimi sıktım.
"Duyunca çok üzüldüm. Başın sağolsun." Ağlamamak için çabalarken geri çekildim ve yüzüne baktım. Herkesin aksine onun gözünde kocaman bir gözlük yoktu ve herkesin aksine o simsiyah giyinmemişti.
"Teşekkür ederim." Derken sıktım ellerini. Gözlerinin koyuluğu ve büyüklüğü kor alevler salsada içime uzun uzun baktım ona. Belki özlemim bir nebze diner diye..
Yanında duran Peri'yi fark edince içimde oluşan umudu kelimelere dökemem. Hızlıca taradım etrafı, olabilir miydi? Gerçekten gelmiş olabilir miydi?
"Selin yok, gelmedi." Dedi, umudum eğer somut bir şey olsaydı yere düşüp kırılırdı o an. Yüzüme bir gülümseme yerleştirip omuz silktim.
"Siz içeri geçin, halamlar salonda." Dedim konuyu dağıtarak. Güneş başıyla onaylayıp ilerlerken Peri de peşinden gitti ama sonra vazgeçip durdu ve yanıma geldi.
"Ali Abi, şuan hiç sırası değil biliyorum. Bunu yapamayacağımı da söyledim ama ablam bunu sana vermemi istedi." Elinde tuttuğu zarfı bana uzattığında sertçe yutkunarak zarfı aldım.
"Teşekkür ederim." Deyip yanağını okşadım. Sanırım kelimeleri unutmuştum. Tabii uzun zamandır konuşmayınca.
Peri gidince yine aynı yerime oturdum. Uzun zarfa bir süre baktım. Aramızda olan tek şey de artık yok olup gidiyordu. Bu zarfın içinde ne olduğunu adım gibi biliyordum ama açamıyordum.
Kenarını dikkatle yırtıp içindeki kağıdı çıkardım. Tam tahmin ettiğim gibi, boşanma kağıdıydı. O günü hatırlıyorum da, ne kadar güzel ama ne kadar kötü bir gündü. O gün bile oyun oynamıştı bana.
Kağıdı sinirle yanıma bırakıp ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Bunun birkaç adım sonrası delirmekti biliyorum. Öfkemi kaybedecektim ve yanıma gelen herhangi birine patlayacaktım.
Koşar adım arabama ulaştım. Arabaya binip son sürat gaza bastım ve olabildiğince uzaklaştım buradan. Gidebildiğim kadar gittim, her şeyden, herkesten kaçtım.
İstanbul'un çıkışına yaklaşırken yol kenarında bir yer buldum. İçeriden müzik sesi ve ara ara kadeh sesleri geliyordu. Bazen yabancı insanlarla olmak, tanıdık insanlarla olmaktan daha kolay geliyordu. Rahat oluyordun, huzurlu..
Cam kenarında bir masaya oturup rakı söyledim kendime ve birkaç meze. Saatin kaç olduğunu umursamayarak, kendimi iyi hissedene kadar içtim. Gerçi iyi mi hissettim kötü mü orası muamma..
Her yeni kadehte, bilincim iyiden iyiye kaybolup giderken hayali geldi oturdu karşıma. Kollarını masaya yaslayıp pür dikkat baktı bana. Saçları açık, gözleri koyu ve ifadesizdi. Kocaman gülümsedim.
"Geldin, buradasın." Dedim gülerek. Başıyla onayladı ve arkasına yaslandı. Bir hayal nasıl bu kadar gerçekçi olabilir?
"Artık soyadımı da istemiyormuşsun. Aramızdaki tek bağ bu şekilde yok olup gidecek. Bitireceksin bizi sonsuza kadar." Yüzüne o büyük ve güzel gülümsemesi yerleşti. Gamzeleri ortaya çıktı.
"Bizi sen bitirdin ama seni ben terk ettim. Kim bilir benden gizlediğin daha kaç yalan var. Tükettin beni." Derken bile hâlâ gülüyordu ama sesi buz gibiydi.
"Seni çok özledim." Uzanıp eline dokunduğum anda kayboldu. Elimdeki kadehi kafama diktim.
Başımı masada duran kollarıma yasladım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. İçimdeki acıları dışarı bırakırken küçük bir çocuktan farksızdım. Ağlarken kulağıma dolan müzik ise beni daha da yıkıyordu.
"Benim kaderimde ayrılıklar var.
Kime bağlandıysam ayrıldı yollar.
Sevmedim kimseyi ben hiç bu kadar.
Benden ayrılmaya yeminin mi var?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boşluk
FanfictionBir kırık gençlik hikayesi.. Uzaydaki Ali'ye, koca gözlü Selin'e selam olsun.. -bir başka AlSel hikayesi.