"Yemek yemeye gidelim mi?" dedi Justin arabanın kaloriferini açarken. Bende bu söylediği üzerine telefona baktım ve hala daha zamanım olduğunu fark ettim. "Peki." dedim ve kafamı cama yasladım.
"Grace." Justin'in adımı söylediğinde ona döndüm. "Bak ben çocuklar için özür dilerim. Eğer istemiyorsan-" bu sözleri üzerine onu susturdum. "Hayır Justin. Bu önemli değil cidden. Hem seninle sevgili olmak kötü bir fikir gibi gelmiyor." ona yaklaştım ve yanağını öptüm.
"Eee ne yiyelim?" dedi Justin. Kafamı bilmem anlamında salladıktan sonra kafasını sallayarak güldü. "Ben biliyorum!" dedi ve işaret parmağını havaya kaldırdı. "Hamburger yemeliyiz."
"Bence de." dedim. "Justin,bu hayatta hamburgerden daha güzel bir şey var mı?" kafamı sorarcasına ona çevirdim. "Sen." dediğinde güldüm ve sarıldım. "Bence de sen bebeğim. Sen en güzel şeysin sevgilim." Justin bu sözlerimden sonra elini kalbine koydu ve "Bir daha söyle." dedi. Sırıttım ve "Sevgilim." dedim.
Justin burnumu sıktıktan sonra "Geldiiiik!" dedi. "İn bakalım." dedi. Dediğini yapıp indim ve ilerlemeye başladım.
-----------------------------------------------------------------------------------------------
"Yemek için teşekkür ederim." dedim ve arabadan indim.
"Asıl ben teşekkür ederim. Benimle geldiğin için." gülümsedim ve bahçe kapısından içeriye girdim.
Anahtarı bulup kapıyı açtıktan sonra içeriye girdim ve koşarak odama gidip hazırlanmaya başladım. Kendimi Justin'i aldatıyormuş gibi hissediyordum fakat bu gece bu bitmek zorundaydı. Ben, Justin ve ilişkimiz için bunu yapmak zorundaydım.
Üzerime yırtık pantolonumu,beyaz tişörtümü giydikten sonra siyah stilettolarımı giydim ve elime bir çanta alarak içine telefonum ile arabamın anahtarını aldıktan sonra odamdan çıktım.
Salona baktığımda yarın okuldan sonra evi toplamam gerektiğini fark ettim. Annemler haftaya bugün döneceklerdi ve benim bu hafta da her şeyi halletmem ve huzura ermem gerekiyordu (yapamadı djkg). Umarım iyilik melekleri bu hafta bende yana olur.
Otoparka ulaştığımda siyah Bently'me bindim ve kapıyı kapadıktan sonra telefonumu koyup,kaloriferi açtım ve gaza bastım. Bu işi hallet kızım,bunu yapabilirsin.
Telefonumun çaldığını gördüğümde kimin aradığına baktım ve arayan kısmında "Ash" yazdığını gördüm. Doğru ya bugün onu bir kez olsun arayıp sormamıştım ve o da beni merak etmişti.
Kulaklığın tek bir ucunu sağ kulağıma taktıktan sonra aramayı cevapladım. "Alo?" dedim açtığımda.
"Alo? Grace? Nerelerdesin?" dedi.
"Söylemem gerek bomba haberlerim var. Justin ile çıkmaya başladım ve şu an Maskot ile görüşmeye gidiyorum. Üstelik Morgan Malikanesine!"
"Doğru bir karar olduğunu düşünüyor musun? Biri değil,ikisi için söylüyorum. Birincisi Justin'in Maskot olup sana zarar verme ihtimali var ve ikincisi Maskot'un sana zarar verme ihtimali var. Üstelik sen tek başına onunla buluşmaya gidiyorsun."
"Maskot ile konuştum Ash. Bana zarar vermeyeceğini ve ona güvenmem gerektiğini söyledi."
"YİNE DE GÜVENEMEZSİN!"
"LAFIMI BÖLME! Ve Justin konusuna gelirsek. Onun Maskot olduğunu düşünmüyorum ve eğer Maskot'sa bile bana zarar vermez. İnan bana."
"Ne halin varsa gör." bu sözlerden sonra telefonu yüzüme kapadı ve beni kendimle baş başa bıraktı.
Lanet olsun sana Maskot. Umarım zamanıma değersin. Eğer değmezsen cidden seni öldürürüm.
Geldiğimde arabadan indim ve malikaneye doğru ilerlemeye başladım. Burası beyaz,üç katlı ve büyük büyük camları olan bir malikaneydi (Aklıma Zayn geliyo dsjklg) . Geniş bir bahçesi vardı ve bahçesinde bütün bir malikaneyi kaplayan sarmaşık güller vardı. Çam ağaçları da bahçeyi süslüyordu. Klasik terk edilmiş bir evdi ve korkutucuydu. Sapık,takipçi bir adam ile burada yalnız başımaydım. Umarım...
"MASKOT!" diye bağırdım. "BEN GELDİM!" malikanenin siyah kapısını açtım ve içeriye girdim. Toz ve örümcek ağları ile dolmuş bu yere ilk girdiğimde yüzümü ekşittim. "Buraya gelmek zorunda mıydık?"
"Evet." dedi yaklaşık 1.75 boylarında mavi uzun bir tişört ve kot pantolon giymiş ve yüzüne de kar maskesi takmış bir adam gördüm. "Buraya gelmek zorundaydık Grace. Beni görmen için gelmek zorundaydık."
"Maskeni çıkar o zaman." dedim ve maskesine elimi uzattım. Kolumu tuttu ve aşağıya indirdi.
"Hayır,hayır,hayır. Beni gördün. İstediklerini sorabilirsin,istediklerimi sorabilirim fakat bu maske çıkmayacak. Bu olmaz Grace." dedi.
"İsmimi ağzına alma ve nerede konuşacağız?"
"Benimle gel." yine diğer yerlerden hiçbir farkı olmayan bir kirlilikte olan merdivenlerden çıkmaya başladık. Bembeyaz ve temizlendiği belli olan bir kapının önünde durduk ve Maskot kapıyı açtı. İçerisi gül kurusu rengi soluk duvarları, bebek mavisi bir masa ve onun kenarında karşı karşıya duran soğuk beyaz masadan oluşuyordu. İlerlediğimizde Maskot sandalyeyi çekti ve oturmama yardım etti.
"Bir çocukla çıkmaya başlamışsın." dedi karşıma oturarak. Hafif bir şekilde gülmüştü. "Ya şu an oysam?" işte Ash'de böyle düşünüyor ama düşünmek istemiyorum bile. Justin o değildi.
"O değilsin. Her neyse sormama izin veriyor musun?" kafasını olumlu anlamda salladıktan sonra söze başladım "Beni nereden tanıyorsun?"
"Kanada'da yaşadığın o zamanları hatırla." dedi ve beni annem ile yaşadığımız Stratford maceralarıma götürdü. Bu söz ile gülümsedim. Orada içimi ısıtan bir şey vardı. Bir çocuk...
"İşte ben o içini ısıtan yerdeyim Grace. O çocuğu hatırladığında beni hatırlamış olursun." Maskot'un söylediği şey üzerine gözlerim sonuna kadar açıldı.
"Sen o musun? Daniel?" ayağa kalktım. "Yıllardır seni bulmaya çalışırdım." gülümseyerek ona doğru gittim fakat beni durdurdu.
"Hayır. Daniel değilim fakat ona çok yakın biriyim."
"Bilmece gibi konuşuyorsun Maskot. Beni yoruyorsun." ellerimi saçlarıma geçirdim ve tekrar oturdum.
"Beni hatırlamadığın için böyleyiz zaten. Hatırlasaydın olmazdık. Daha iyi yerlerde olurduk." kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Annemi istiyorum." bir mızmız çocuk gibi ayağa kalktım ve gitmek için kapıya doğru ilerlemeye başladım.
"Küçükken de böyle yapardın. Zor zamanında hemen anneni çağırırdın." ona aldırmadan ilerlemeye devam ettiğimde ise yine konuştu.
"Kulübedeki gün de böyle yapmıştın..."