"SEPULTURA"

139 14 2
                                    

Yine bir sabah ve yeni bir gün. Ve bu yeni gün benim için işkence. Niye mi? Ceren ve grubu... başka ne diyebilirim ki. Tek derdi benim, bu sümsüğün.

Üstümdeki çarşafı itip saate baktım. Okula daha vardı. 14 dakika sonra çalacak alarmı kapatıp lavaboya yöneldim. Rutin işlerimi halledip çıktım. Çantama bir iki defter tıkıştırıp dolabıma yöneldim. Altıma siyah dar pantolonumu, üstümede siyah tişörtümü giydim. Siyahların içinde olmayı seviyordum. Bana karanlığı çağrıştırıyorlar. Zaten karanlıkta siyah değil midir? Bende karanlığım işte. Karanlığıma tutulan en ufak beyaz ışıktan nefret ederim.

Siyah çantamı tek omzuma alıp odamdan dışarı çıktım. Aşağıya inip kahvaltı masasına baktım masada üç tabak vardı. Üvey annem bunu bilerek yapıyordu. Yine beni dışlıyordu. Ben sofraya bakarken gözlerim delici bakışlarla bakan üvey anneme kaydı. Masaya oturmaya tenezzül etmeden kapıya yöneldim. Kapının koluna asılmış tam çıkıyordum ki üvey babam dağınık saçlarıyla "Günaydın." dedi. Önce üvey anneme baktım. Bana bakmıyordu. Sonra bakışlarımı üvey babama çevirdim. "Günaydın." Üvey babam kolarını iki yana açarak esnerken "Kahvaltı yapmayacak mısın?" dedi. Üvey annem sanki soru ona sorulmuş gibi cevabını da o verdi.
"Yok hayatım yapmayacakmış". Yapmayacakmıyım? Evet doğru yapmayacağım. Çünkü her zamanki gibi sofrada beni istemiyorlardı. Babam sandelyesini geriye çekip gözlerime baktı. "Neden?". Çok güzel bir soru Neden? Nedeni varmı ki baba görüyorsun işte masada üç tabak var. Baş köşedeki senin, sağ çaprazındaki biricik eşinin ve sol çaprazındakide sümsüğün işte. " Canım istemiyor baba." baba dememle bana sinirli bakışlar atan üvey anneme aldırmadan dışarı çıktım. Yüzüme vuran güneşin sıcaklığı bir süre beni gülümsetirken okula geldiğimi fark etmemiştim. Ceren daha gelmemişti. Bu yönden şanslıydım. Sümsüğün benimle uğraşmasından bıkmıştım. Ama bi gün benim yerime o acı çekecek. Bu sefer kötü ben olacağım!
Sırama geçip otururken kapıdan gelen "Ezik geldi mi?" soruları dikkatimi çekmişti. Ezik değilim ben diye bağırmak vardı ama hayır yapamıyordum. Kapıdan içeri gelen Ceren ve tayfası sırama gelip etrafıma dizildiler. Ah evet işte başlıyoruz...
Ceren 2 elini sırama koyup bana doğru eğildi. " Merhaba ezik n'ber?" Cerene göz devirip çantama yönelmiştim ki ebru elimden çantayı çekerek bağırmaya başladı. " Hey millet eziğin çantasını karıştırmaya ne dersiniz?" Al karıştır diyen bakışlarımı Ebru'nun gözlerine diktim. Etraftan gelen "Evet, karıştıralım..." diyen sesler Ebru ve Ceren'i daha çok gaza getiriyordu. Ebru çantamın fermuarını açıp ters çevirdi. İki defterim ve kalemliğim yere düşünce Ebru aradığını bulamamış gibi çantamıda defterlerimin üstüne fırlattı. Sonra bana dönerek "Bu kadar mı? " dedi ayağa kalkıp çantamın yanına gittim. Çantamı elime alıp 1. Defterimi ve kalemliğimi çantama geri tıktım. 2. Defterimide alıp koyacaktım ki Ceren ayağını defterin üzerine bastırdı. Sakin kalmaya çalışıyordum. Çünkü bu zamana kadar sabretmiştim ve bu sayede ters tarafımı görmemişti. Kavga etsek benim kazanacağımı tahmin edebiliyor olması gerekiyordu çünkü ben ona göre biraz daha kalıplıydım. Sakince "Çek şu ayağını Ceren!" dedim. Ama çekmiyordu. Hatta ayağıyla defterimi yerde gezdiriyordu. " Çekmessem ne olur ezik?" şimdi sana ne olacağını gösteririm ben diye içimden geçirirken ayağa kalktım. Gözlerimi ceren'e dikip " Çekiyor musun? Çekmiyor musun?" biraz gerildiğini hissedebiliyordum ama bozuntuya vermiyordu. " Çekmiyorum!" eminmisin der bakışlarımı ona yolladığımda yaslandığı sıradan doğrularak eminim bakışı attı. Yapmak istemediğim şeyleri bana yaptırmaya çalışıyordu. Karanlığımın içinde neylerin yaşadığını bilmiyordu. "Ceren son kez diyorum! Çek şu ayağını!" başını iki yana sallayınca elimi saç köklerine sokup aşağıya doğru çektim. Çığlıkları bütün sınıfı doldururken ebru arkamdan benim saçımı çekmeye başladı. Ama en azından ben Ceren gibi bağırmıyordum. Elimi ebru'nun eline götürdüm. Canımı yakıyordu çünkü. Ceren karnıma tekmesini geçirdiğinde istemsizce bağırdım. Ben öne doğru eyilmiş bi şekilde göz yaşlarımın akmaması için tutuyordum. Ebru tekrar elini saçıma dolayınca beni duvara sürükledi. Kafamı duvara doğru çarptırırken göz yaşlarımı daha fazla tutamamıştım. Ceren ve Ebru beni hırpalamaya devam ederken hocanın bir an önce gelmesi için dua ediyordum. Ama benim şansım en fazla ne kadar olabilirdi ki? Hoca hastalanmıştı! Yaz ayında insan nasıl hasta oluyor ya?
" Gördünmü ezikcik bana dokunmanın zararlarını, görmediysen daha çok gözünün içine sokabilirim." Ceren bunları söylerken arkasında bizi izleyen sınıfın kalabalığı aklımdan çıkmıştı. Tek elimin tersiyle göz yaşlarımı silerken diğer elimlede duvardan destek alıyordum. Dengemi tekrar sağladığımda elimi çekerek bana bakıp acıyan,alaycı gözlere bakmadan koşar adımlarla okuldan uzaklaştım. Babama söyleyemezdim çünkü kızı ile arası bozulurdu ve Ceren'in bana daha çok acı çektirmek için bahanesi olurdu...

Sahile gelmiştim. Denize en yakın banka geçip oturdum. Kendimi denizin sesine kaptırmıştım gözlerimi gökyüzüne dikmiştim. Derin bir iç çektim ve geri verdim. Yanımda bir kıpırtı hisettiğimde biran ürkerek yerimden sıçradım. Oturduğum yere baktığımda bir pitbullun olduğunu fark ettim. Zararlı görünmüyordu. Zaten köpekleri zararlı yapan sahipleri değilmiydi. Karanlık odalara hapsedip bir kere bile başını okşamıyorlar. Kalktığım yere tekrar oturarak köpeğin başına dokundum. Çenesini bacağıma koyup bir patisinide çenesinin yanına koydu. Çok uyusaldı ve sakindi ama her an içinden bir canavar çıkacakmış gibi hissediyordum.  pitbullun başını okşadıkça gözleri kapanıyordu. Bana güveniyordu. Bu belliydi.

Elim ensesine kaydığında fark etmediğim tasması elime takılmıştı. Siyah, geniş, sert bir tasmaydı. Üstünde demirden dikenler vardı. Tasmasının ucunda bişey vardı. Demirdi dikdörtgen şeklindeydi. Onu görebileceğim şekilde çevirince üstündeki yazıyı okudum. Demirin üstünde "SEPULTURA" yazıyordu. Bunun anlamını biliyordum. Bildiğim kadarıyla kabir ( mezar ) anlamına geliyordu.

Yanımda duran simsiyah, yaklaşık 1 yaşında gibi duran pitbulla baktım. Çok sevimli duruyordu. Masumdu, tasmasına bakılırsa sahibi vardı. Ama umrumda değildi. Ben Sepultura'nın başını okşarken içimde biriktirdiğim bütün intikam duygusunu ona anlatıyordum. Sanki ona anlattıkça rahatlıyordum. Hava kararmaya başlayınca Sepultura'nın başına bir öpücük kondurup banktan kalktım. Sepultura benim geldiğim yönün tersine gidiyordu. "Sepultura" diye bağırdım arkasından. Sevinçle bana dönünce "yarın yine gel olur mu? " dedim. bana bakan gözleri parlıyordu. Bir kere o cılız sesiyle bana havladığında tırsmadım çünkü beni tehdit edercesine değilde soruma tamam der gibi havlamıştı.

Eve geldiğimde Ceren çoktan gelmişti. Annesiyle üçlü koltuğa yayılmış televiziyon seyrediyorlardı. Üvey babam daha gelmemişti. Çünkü çalışıyordu ve eve geç geliyordu. Ben odama giderken onlar beni gördükleri halde görmemiş gibi yapıyorlardı. Çantam okulda kalmıştı. Ve ben şu anda çok açtım. Üvey babamı beklemek zorundaydım. Çünkü üvey babam yokken mutfağa girmem yasaktı. Yatağıma uzanıp boş boş tavanı izlemeye başladım.

Tavanı izlerken aklıma gelen tek şey bugün karşılaştığım ve yanında nasıl zamanın geçtiğini anlamadığım Sepultura geldi. Onda en çok dikkatimi çeken simsiyah olmasıydı. Gözlerinde ve tüylerinde farklı bir renk yoktu sadece siyah.

Ben Sepulturayı düşünürken karnıma bir ağrı girdi. Sabahtan beri bişey yemediğim için midem boştu. Ve sancı yapıyordu. Umutsuzca yatağa sinerken gözlerimi kapattım. Ve ardından uyumaya çalıştım.

Gözlerimi açarken hava hala karanlıktı. Saat 3:24'dü. Açlıktan sabaha kadar uyuyamazdım. Yatağımdan çıkıp kapıya yöneldim. Hafifçe aralayıp baktım. Herkes yatıyordu sanırım. Mutfağa doğru gidip dolabı açtım. Fazla vaktim olmadığı için sandeviç yapıp odama geri döndüm. Tam karnımı doyurmasada ağrısını geçirmişti. Yatağımın içine girip tekrar gözlerimi kapattım...

Zaman ayırdığınız için teşekkürler. <3

pitbullHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin