Kafasını kaldırdı ve bir çığlık attı. Deniz karşısındaydı ve o bir bankta oturuyordu. Dizleri geri gelmişti. Bacakları, bilekleri, ayakları işte buradaydı. Onlara dokundu hatta okşadı uzuvlarını. Ayaklarını salladı, dizlerini büktü, kaldırdı. İnanılır gibi değildi! Bu gerçek bir mucizeydi!
''Ayağa kalksam...Hadi!'' Birdenbire doğruldu bankın önünde. Bir yıldan sonra ilk kez ayaklarının üstündeydi. Ürkekçe attığı adımlar giderek cesaretlendi, hızlandı. Şimdi kumların üstünde koşuyor, kuma vuran dalgalara zıplıyordu. ''Şükürler olsun! Şükürler olsun!'' diye bağırdı. Hem gülüyor hem ağlıyordu.
Güneş çoktan batmış etraf iyice ıssızlaşmıştı. Rüzgar gittikçe sertleşiyor, hava soğuyordu. Soğuğun farkına varması imkansız hoplayıp zıplamaya devam ediyordu. O sırada karşıdan ona doğru hızla yaklaşan bir şey fark etti. Bu bir? Bu bir...Bu bir köpekti ve pek dosta benzemiyordu. Korkudan yerinden fırlayacak gibi atan kalbiyle koşmaya başladı.
Evinin sokağına girdiğinde nefes nefeseydi. Ama köpekten de kurtulmuştu. Bir süre durup soluklandı. Fakat oyalanmadan evine varmalıydı. Çünkü komşuları onu bu halde görseler onlara yapabileceği bir açıklaması yoktu. Hızlı adımlarla evinin kapısına ulaştı. Ancak kapının tokmağını tutmasıyla büyük bir sorunu olduğunu anlaması bir oldu. Kapı kilitliydi ve anahtarı da içerideydi. Öyle ya...Anahtarını kullanarak çıkmamıştı ki evden ''kalemini'' kullanarak çıkmıştı. İşte o anda gözleri büyüdü, nefesi sıklaştı. ''Kalem!!!'' diye sessiz bir çığlık attı. Kalem yanında yoktu. Muhtemelen oturduğu bankta bırakmıştı. ''Allah kahretsin!'' dedi kendi kendine kızarak. Nasıl böyle bir aptallık yapmıştı? ''Hemen geri dönmeliyim.'' diye düşündü. Arka sokaktan sahil yoluna saptı.
Saatler ilerliyor, soğuk bir sonbahar gecesi poyrazla birlikte üşüyordu. Hangi bankta oturduğunu hatırlamaya çalıştıysa da o ruh haliyle bunu başarması düşünülemezdi. Zaten bankı bulsa bu rüzgarda kalemin üstünde kalması imkansızdı. Belki de bütün sahili araması gerekiyordu. Tek tek banklara, bankların altına, çöp kutularına, kenarlara dikilmiş çiçeklerin arasına her yere baktı. Kumların üstünde dolaşıp midye kabuklarının içini bile aradı. Yoktu işte! Hiçbir yerde yoktu. ''Ne yapacağım ben şimdi?''
Kalemi kaybetmişti. Gecenin bir vakti sokakta kalmıştı. Üstelik yanında ne para ne kimlik...''Aman olsun! Bacaklarım var.'' Evet işte eski halindeydi, dünyalar onun olmuştu. Gerisi boştu. Yalnız bu durumu insanlara nasıl açıklayabilirdi? Paylaşılamayan sevinç de bir bakıma sakat, eksik bir şeydi.
Kalemi bulma ümidi esen rüzgarla süpürülüp gitmişti. Daha fazla uğraşmanın bir anlamı yoktu. Uzaktan devriye gezen polis arabalarının renkli ışıklarını da görünce artık gitme vaktinin geldiğini anladı. Şimdi bir de onlara laf anlatamazdı. Zaten ne diyebilirdi ki?
Onlar yaklaşmadan ara sokaklardan birine saptı. Akşam yemeklerini yiyen bir iki sokak kedisi korkuyla fırladılar çöp konteynerlerinden. O da korkmaya başlamıştı artık. Adımlarını hızlandırdı. Caddede buldu kendini. Biraz ileride bir taksi durağı vardı. Şişman, bıyıklı şoförün yaslandığı sarı arabaya atladı.
-İyi geceler.
-İyi geceler. Ne tarafa gidiyoruz?
-Siz sürün, ben söylerim.
Taksici dikiz aynasından Hayal'i süzüyordu. Bu saatte böyle saçı başı dağılmış, bu tuhaf kızın hikayesini merak etmişti herhalde. Hayal de çaktırmadan bir iki kaçamak bakış atmıştı. Saçları epeyce dökülmüş, uzayan bıyıkları çenesinden yanaklarına uzanıyordu. Biraz tedirgin edici denebilirdi doğrusu.
Taksi hareket ederken şoför radyoyu açmıştı.
-Sakıncası yok değil mi?
-Ha, ne? Yok yok. Kalsın.
Müzik boş yolları doldururken, davudi sesli bir adam ayrıldığı sevgilisine ''Ne olur dön!'' diye yalvarıyordu. İşte o zaman nereye gideceğini buldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜLÜ YAZI
ActionYazı Tanrısı Thoht. Büyük Piramiti o yapmış içine de yazıyla ilgili araç gereçleri koymuş, papirüsten kağıt yapmayı rahiplere öğretmiştir. Dikilitaşların birinde ve Napolyon'un Paris'e götürdüğü bir parşömende Thoth'un kitabından bahsedilir. Bütün i...