Ertesi sabah kahvaltı için buluştuklarında, Hayal sordu:
-Amir, bugün yine gidebilir miyiz?
-Nereye? Saraya mı? Bugün olmaz. Pazartesileri kapalıymış. Kimseyi almıyorlar. Yarın artık.
-Hımm. O zaman biraz şehri gezelim.
Hayal'in niyeti Amir'i oyalamaktı. Şehirdeki Şinto ve Budist tapınaklarına gittiler. Öğleden sonraya kadar dışarıda kaldılar. Otele döndüklerinde Hayal yorgun olduğunu söyleyerek odasına çekildi. İşte yine heyecandan ölüyordu. Üstünü değiştirdi. Resepsiyona taksi istediğini söyledi. Ayrıca Japonca ''İmparatorluk Sarayı'' diye de bir kağıda yazdırdı otel görevlisine. Amir'e yakalanmadan otelden çıkmalıydı.
Taksi kapıya vardığında güneş oldukça alçalmıştı. Arabadan indi ve kapıya yaklaştı. Kapının geniş kenarlarının içinde daha dar ancak kafasını eğerek geçebilecek genişlikte bir kapıcık aralandı. Dünkü köprü olduğu yerde yoktu şimdi.
''Karşıya nasıl geçeceğim ben?'' Etrafa bakındı. Sanki az ileride su daha sığ gibiydi. Yaklaşınca üstüne basa basa yürüyebileceği taşlar olduğunu gördü. Taşların kıyıya ulaştığı yerde ağaçların arasında belli belirsiz bir patika başlıyordu. Yolu izlemeye karar verdi. Patika, ağaçların etrafını çevrelediği küçük yükseltilerle hareketlendirilmiş, çiçekli kayalarla süslü bir gölcüğe vardı. Kartpostal gibi, cennet gibi bir manzara batan güneşin ılık turunculuğunda renkten renge giriyordu.
-Sonunda geldin.
-Prenses!
Hayal arkasını dönünce çok derin bakan bal rengi bir çift gözle göz göze geldi.
-Birgün geleceğini biliyordum.
-O zaman doğru! Gerçekten annemsiniz.
-Gel.
Prenses Sakura, Hayal'i başka bir patikadan geçirdi. Patikanın sonu ormanın içinde, yapraklarla gizlenmiş bir yeraltı geçidinin kapısında bitiyordu. Karanlık çökerken Prenses merdivenlerden yüzlerce yıllık bir meşaleyi yakarak inmeye başladı. Hayal korkudan çok merakla onu izledi.
Karanlıklar içinde ateşler bir duvarı ve duvardaki resimleri aydınlattı. Japon bayrağındaki kızıl yuvarlak güneş ve saçları alevden, çekik gözlü, altın sarısı elbiseli bir kadın...Hayal, bu kadını sanki tanıyordu. Kyoto'da tiyatroda canlandırılan kadın değil miydi bu?
-Japonya. ''Yükselen Güneş Ülkesi.'' Efsaneye göre Güneş Tanrıçası AMATERASU. Torunu olan Ninningi'yi Japonya' ya gönderir. Ve onun da torunu olan Jimni Tenno, Japon imparatorlarının ilki yani ilk ''Mikado'' olur.
-Mikado mu?
-Evet, Mikado. Tüm Japonlar'ın babası. İmparator, kutsal Güneş Tanrıçası'nın bir parçasıdır.
-Mısır'daki Ra'nın firavunların parçası olması gibi mi yani?
-Amaterasu, Ra... Hepsi aynı.
-Bunların bizimle ne ilgisi var, peki?
-Amaterasu ya da istersen ona Ra veya Thoth de, Niningi'yi yollarken ona yazmayı öğretti ve bir şey verdi: Yazabilmesi için bir kalem.
-Kalem! O halde onu bana siz gönderdiniz. Ama nasıl? Beni nasıl buldunuz? Beni bulduysanız neden yanıma gelmediniz?
-Kalemi sana ben göndermedim.
Bir süre derin bir sessizliğe gömüldü her yer. Sadece meşaledeki ateşin çıtırsı duyuldu. Hayal, büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. Annesinin uzaktan da olsa ona yardım etmek istediğini ummuş, onu sevdiğini düşünüp birazcık teselli bulmuştu. Kırgın bir sesle gözleri dolu dolu kekeledi:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜLÜ YAZI
ActionYazı Tanrısı Thoht. Büyük Piramiti o yapmış içine de yazıyla ilgili araç gereçleri koymuş, papirüsten kağıt yapmayı rahiplere öğretmiştir. Dikilitaşların birinde ve Napolyon'un Paris'e götürdüğü bir parşömende Thoth'un kitabından bahsedilir. Bütün i...