Tekneleri suyla dolmadan karaya çıkacak güvenli bir yer bulmalıydılar. Sonunda tekne tümsek bir alanda karaya oturdu. Etrafta timsah ya da başka bir tehlike görünmüyordu. İnsanlar nispeten sakinleşmişti.
Teknedeki görevliler, uzun sazlıkları yarıp kaya parçalarının üstüne doğru tahtaların birbirine çakılmasıyla yapılmış ilkel bir köprücük yerleştirdiler. Tekneden önce Amir çıkıp elini Hayal'e uzattı. Kısa süre içinde diğer turistler de karaya çıktılar. Kaptan ve bir adamı teknenin başında kalmayı tercih ettiler. Herkes çok geçmeden başka bir gezi grubunun geçerken onları görüp kurtaracağını umut ediyordu.
Durdukları yerin biraz fazla yumuşak hatta batmaya meyilli olduğunu anlayınca yeşilliğin içinden kumluk alana doğru çıkmaları gerektiğini düşündüler. Nasılsa kaptan ve adamı nehri gözlüyordu.
Turistler ise yaşadıkları korkuyu çabuk atmış gibiydiler. Çevreyi keşfe çıkanlar, fotoğraf çektirenler, çöl kumunu inceleyenler...''İnsanlar gerçekten garip'' diye düşündü Hayal. ''Bir anları diğerine uymuyor. Ama belki de bu iyi bir şeydir.'' Hayal de çölün bu sarı ıssızlığından etkilenmişti aslında. Bu kumlar kim bilir ne sırlar saklıyordu. Amir, Hayal'i uyardı:
-Çöle fazla yaklaşmayın. Çöl denizlerdeki sirenlerin denizcilere seslenmesi gibi insanları çağırır, içine çeker ve onu bilmeyenleri yutar. Çölün şakası yoktur.
-Korkutma beni Amir. Zaten teknede yeterince gerildim. Bir de o tuhaf ihtiyar yanıma gelip bir şeyler anlatmaya çalışınca...
-Hangi ihtiyar?
-Yaşlı bir Arap...Sen teknede beni yalnız bıraktığında yavaş yavaş yanıma yaklaştı.
-Eee...
-Arapça bir şeyler söyledi. Tabii ben ne dediğini anlamadım. Sadece ''Sobek'' dediğini anladım.
-Sobek...
-Evet. Sobek şu timsah kafalı olan tanrı değil miydi? Suların tanrısı.
-Suların ve Nil'in. Ayrıca timsahların da. Fakat sadece bu değil. Sobek, Seth'in oğlu ve Thoth'un da baş düşmanıdır.
-Thoth'un baş düşmanı mı?
Dakikalar geçiyor güneş yavaş yavaş alçalıyordu. Hayal ve Amir konuşurken nehirden esen ferahlatıcı esinti kesilmiş çölün derinliklerinden doğan daha sıcak daha kuru bir rüzgar esmeye başlamıştı ve adım adım da şiddetleniyordu.
-Seth, diye fısıldadı Amir.
-Ne olmuş Seth'e?
-Sobek'in hakimiyeti Nil'den çıktık. Seth'in yurdu çöle düştük. Çöl, kötülük tanrısı Seth'in evi.
Rüzgar fırtınaya dönüşüyordu. Amir daha fazla konuşamadı. Rüzgarın kaldırdığı kumlar sarı bir sis gibi etrafı örtmeye başlamıştı. Amir, Hayal'i elinden tutup güvenli bir sığınak aradı. Turistler de rehberler de kıyıya doğru gitmeye çalışıyorlardı. Birden bire Hayal yere düştü. Amir onu kaldırmak istediyse de fırtına ve kum bulutu içinde kaldılar. O da Hayal'in üstüne kapandı. Şimdi sanki bir hortum tarafından yutulmuş gibiydiler. Güçlükle nefes alabiliyorlardı. Hiçbir şey görünmüyordu. ''Burada öleceğiz herhalde.'' diye düşündü Hayal ve gözleri kapanıverdi.
Gözlerini yeniden araladığında yıldızlı bir gökyüzü ve hilal şeklinde kocaman ayın parıldadığını gördü.
-Hayal Hanım, iyi misiniz?
Amir, Hayal'in başında endişeli endişeli ona bakıyordu.
-Ne oldu? Neredeyiz?
-Kum fırtınası içinde kaldık. Hala çöldeyiz.
-Herkes nerede?
-Ben de bilmiyorum. Fırtına yüzünden herkes bir tarafa dağıldı her halde. Biz de nehirden uzaklaştık.
Hayal, ayağa kalkmaya çalıştı.
-O halde gidip bulalım onları.
-Gece hareket etmek daha tehlikeli olur. Sabahı bekleyelim burada. Hem belki onlar bizi bulur.
Etraf çok sessiz ve karanlıktı. Fakat bu karanlıkta yıldızlar ve ay çok güzel görünüyordu. Üzerine irili ufaklı binlerce kristal dökülmüş lacivert bir halıya benziyordu gökyüzü. Ve ay kocaman gümüş bir C harfi gibiydi. Bu incecik parıl parıl haliyle o kadar zarifti ki. Tanrı Thoth en güzel haliyle onları izliyor belki her türlü tehdide karşı ''Buradayım, korkmayın.'' diyordu.
-Gökyüzünü hiç böyle görmemiştim, dedi Hayal hayranlıkla. Ne kadar çok yıldız varmış ne kadar parlak ne kadar etkileyici...
Amir elini göğe doğru uzattı.
-Şu Sirius. Tanrıça İsis'in yıldızı. Göğün en parlağı. Ra'nın güneşi. Mısırlı rahipler takvimleri ona göre düzenlermiş. Sirius'un gökte yükseldiği dönem Nil'in suları kabarır bolluk bereket olurmuş. Bu yüzden o günler bayram sayılıp kutlanırmış. Aynı zamanda ölenler iyi insanlarsa ruhlarının Sirius'a ereceğine inanılırmış.
-Gerçekten de çok parlak.
Amir, bu sefer Sirius'tan daha yüksekte duran yedi yıldızın oluşturduğu bir ışık kümesini gösterdi.
-Bak, Orion takımyıldızı. Osiris'in yıldızı olarak bilinir. Üste aynı hizada iki büyük yıldız ve biraz sollarında kalan az daha küçükleri. Sırasıyla Alniam, Alnitak ve Mintana. Kahire'deki üç piramit Keops, Kefren ve Mikerinos'la aynı doğrultudalar. Piramitlerin bu yıldızların hizalarında yapıldıkları düşünülüyor.
-Dünya'daki yapıları gökyüzüne göre mi yapmışlar.
-Yeryüzü gökyüzünün kopyasıdır, Hayal Hanım. Unutmayın göklerde ne varsa yerde de o vardır.
-Göklerde ne varsa yerde de o vardır, diye belli belirsiz fısıldadı Hayal. Peki biz de var mıyız o zaman göklerde?
-Elbette. Hepimizin bir yıldızı var. Kimisi daha parlak, kimisi daha sönük. Daha yakında veya çok uzaklarda...Belki çoktan sönmüş...Kaderimiz onlarda yazılı.
''Ne yazıyor acaba benim kaderimde?'' sorusu geçti içinden Hayal'in. Dakikalar geçtikçe gökteki yıldızlar da hareket ediyordu. Sirius ve Orion yavaş yavaş yükselirken ufuktan başka başka yıldızlar doğuyordu. Amir, Nil ile Samanyolu galaksisinin paralelliğini anlatıyordu ki Hayal uykuya daldı. Amir ise sabaha kadar uyumamaya kararlıydı. Gökyüzü parıl parıl olsa da çöl kumlarının altı karanlıktı sonuçta. Hem zaten çölde gece çabuk geçerdi.
Güneş ışınları dünyayı ansızın sarı sıcak bir aydınlığa boğarken Hayal nal sesleri, hayvan ve insan haykırışlarıyla kendine geldi. Ne olduğunu anlamak için seslere doğru gözlerini kısarak baktı. Uzaktan toz bulutu içinde bir şey yaklaşıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜLÜ YAZI
ActionYazı Tanrısı Thoht. Büyük Piramiti o yapmış içine de yazıyla ilgili araç gereçleri koymuş, papirüsten kağıt yapmayı rahiplere öğretmiştir. Dikilitaşların birinde ve Napolyon'un Paris'e götürdüğü bir parşömende Thoth'un kitabından bahsedilir. Bütün i...