Güneşin parlak,ılık ışıklarıyla uyandı. Sürgülü kapıyı açıp dışarı çıktı. Görünürlerde kimsecikler yoktu. Biraz dolaşıp etrafa bakmak istedi. Ağaçların arasında belli belirsiz bir patikaya rastladı. ''Kaybolur muyum ki?'' diye de korkuyordu. Ama sonra patikadan ayrılmazsa geri dönebileceğini düşündü.
Sonbahar biteli günler olmuşsa da buradaki ağaçlar o kızıl, sarı, turuncu yapraklarını hala üzerlerinde taşıyorlardı. Kuşlar, yağmur sonrası taze, temiz bir güne uyanmanın neşesiyle coşkuyla ötüşüyorlar sanki Hayal'e şarkılar söylüyorlardı.
Yürümeye devam etti. Yol yukarı doğru kıvrılıyordu. ''Belki de artık dönmeliyim.'' diye düşünürken çalıların arasında bir şey dikkatini çekti. ''Bu da ne acaba? Beyaz bir kuyruğa benziyor.'' Kabarık, bembeyaz, uzun bir tüy yumağı bir görünüp bir kayboluyor, adeta Hayal'i yanına çağırıyordu. Hayal küçük bir çocuğun merakıyla kuyruğu takip etmeye başladı. Fakat kuyruk çok hızlıydı ve git gide uzaklaşıyordu. Hayal de onun peşinde düşe kalka ilerliyordu ormanın içinde.
Sonunda kuyruk görünmez oldu. İşte o an Hayal durumun farkına vardı. ''Kayboldum!'' İçini derin bir ürperti kapladı. Sağa sola umutsuzca bakınıyordu ama nereye gideceğine karar veremiyordu bir türlü. ''Korkma.'' Birden bir ses duyduğunu sandı. Sesin sahibini aradı fakat kimse görünmüyordu. Sadece ağaçlar, kuşlar, toprak ve yakınlardan geldiği anlaşılan bir akarsuyun sesi. ''Korkma.'' İşte yine aynı ses. ''Belki de sadece rüzgardı.'' diye düşündü.
''Yürümeye devam etmeliyim.'' dedi kendi kendine. Güneş, ağaçların arasından kollarını uzatmış sanki ona sarılıyormuş gibiydi. Ağaçlar o yürüdükçe hafifçe eğilip onu selamlıyordu adeta. Otların kımıldadığını hatta toprağın bile devindiğini hissetti. Akarsuyun sesi git gide belirginleşiyordu. Son ağaçları da geçince suyun döküldüğü bir göle ulaştı. Gölün kıyısına indi. Ellerini suya değdirdi, yüzüne sürdü. O anda kırmızı ve beyaz renkli balıkları gördü. Meraklı meraklı ona bakıyor gibiydiler. Gölün üzerinde umarsızca yüzen nilüfer yaprakları vardı. Onlar da Hayal'in gelişiyle adeta uykularından uyanıp pembe yapraklarını araladılar. Burada her şey canlıydı. Yalnız kuşlar, ağaçlar, balıklar değil; taşlar, toprak, göldeki su...Her şey Hayal'in farkındaydı. Her şey onu selamlıyor, ona kucak açıyordu.
Hayal ilk defa korkmadı. Hayat, kader, yalnızlık, yakınlarının ölümü, terk edilme, bedeninin sakatlanması...Tüm bunlar ona birer rüya gibi göründü. Tüm dünya her şeyiyle birdi. Yaşam bir akış halindeydi. Güneş, ay, toprak, su, ağaçlar, kuşlar, balıklar, sonbaharın sarılığı, kışın soğuğu, baharın kımıltısı, yazın yakıcılığı...Tüm varlıklar ve olaylar birbiriyle uyum içindeydi. Sadece insanlar kendilerini soyutlayıp bu ahenkten kopuyorlardı. İşte o zaman uyum bozuluyor, çatışmalar başlıyor ve insanlar acı içinde kalıyorlardı. İnsanların hem bedenleri hem de ruhları bu durumdan etkileniyor, vücutları da zihinleri de bu yüzden hastalanıyordu.
''Dünya kocaman bir ailedir.'' Yine sesler duymaya başlamıştı. Ama bu sefer sesin sahibini aramadı. Çünkü bu ses dışarıdan değil; kendi içinden doğuyordu. İlham gibi vahiy gibi bir şeydi bu. ''Evet, dedi. Dünya koskocaman bir aile.'' O da bu ailenin bir ferdiydi. Tıpkı şu ağaçtaki yaprak, göldeki balık ya da üstünde durduğu toprak gibi...Gülümsedi ve etrafındaki her şeye saygı ile eğildi.
Başını kaldırdığında suyun karşı kıyısında altından yapılmışçasına parlayan, gösterişli sarı yapıyı gördü. Sanki bir güneş de gölün içinden doğmuştu. Bir an gözleri kamıştı Hayal'in. Bu da başka bir tapınak olmalıydı. Biraz düşününce hatırladı. Evet, bu ''Kinka Kuşi'' idi. Altın Tapınak. Gece ay ışığı gibi parlayan Gümüş Tapınak'a ulaşmışlardı. Şimdi ise güneş ışınları Altın Tapınak'tan yansıyordu. ''Gümüş ve altın, Ay ve Güneş...'' diye mırıldandı.
Altın sarısı yapı gölün üstüne kondurulmuş bir kuş yuvasını andırıyordu. Etrafındaki ağaçlar ise bazen yeşil bazen turuncu bazen de kor kırmızı yapraklarıyla tapınağı çevreliyorlardı. Hayal, daha yakından görmek istedi. Ormanın içinde oraya giden bir yol olmalıydı mutlaka. Geldiği tarafa doğru döndü. Yeniden ağaçların arasına daldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜLÜ YAZI
ActionYazı Tanrısı Thoht. Büyük Piramiti o yapmış içine de yazıyla ilgili araç gereçleri koymuş, papirüsten kağıt yapmayı rahiplere öğretmiştir. Dikilitaşların birinde ve Napolyon'un Paris'e götürdüğü bir parşömende Thoth'un kitabından bahsedilir. Bütün i...