OYUN VE GERÇEK

370 41 0
                                    

Şafak sökerken bülbüllerin ötüşüyle uyandı. Yataktan kalkıp sürgülü kapıyı araladı. Her şey dünkü gibi görünüyordu. Yoksa orman, kadın, çay bunların hepsi bir rüya mıydı? 

Odadan çıkıp bahçede yürümeye başladı. Kızıl bir güneş dağların arasından yavaş yavaş yükseliyordu. Sabah rüzgarının serin esintisi hissedilirken bitkiler birer birer uyanmaya başlamışlardı. Derken kadını gördü. İşte oradaydı. Kırmızı yapraklı ağaçların altında. Beyaz bir elbise giymişti. Siyah saçları açıktı ve rüzgarda uçuşuyordu. Bacaklarını, kollarını, parmaklarını açıp kapatarak dans eder gibi hareketler yapıyordu. Elinde bir yelpaze vardı. Yelpazeyi de bir kuş kanatlarını açar gibi oynatıp duruyordu. 

Hayal hayran hayran kadını seyrederken birden bire üstüne doğru gelen bir ninja yıldızı belirdi. Kadın aniden dönüp Hayal'i yakaladı ve onunla beraber zıplayarak oradan uzaklaştırdı. Hayal ne olduğunu anlamamıştı. Kadın bir ağaç dalından diğerine sıçrıyor adeta uçarak gelen yıldızlardan kaçıyordu. Birden yelpazesini savurdu. Yelpaze bumerang gibi dönerek ağaçların arasında kayboldu sonra saniyeler içinde geri dönüp kadının avucunda durdu. Hayal en çok bu zarif ve narin kadının aynı zamanda bu kadar güçlü olabilmesine şaşırmıştı. O anda bir şey daha fark etti. Kadın görmüyordu. Evet, kadın kördü. Fakat görebildiği halde çoğu insanın yapamayacağı şeyleri onlardan çok daha iyi şekilde yapabiliyordu. Hayal kendine baktı. Her şeyden nasıl şikayet ettiği, başkalarını suçladığı, kendine acıyıp hiçbir şey yapmadığı zamanları hatırladı. Ama şimdi bunları düşünecek vakit yoktu. Yıldızlar gittikçe daha sık düşüyorlar kadın onlardan kaçmak ve Hayal'i korumak için daha çok uğraşıyordu. 

''Git.'' diye bir ses duydu. ''Git.'' Kadına baktı. Her halde konuşan oydu. Ama dudakları kımıldamıyordu. Bir çeşit telepati olmalıydı bu. ''Git!'' Hayal kadına son kez baktı. Ağaçların arasından aşağıya doğru koşmaya başladı. Koştu, koştu, koştu. Bahçeli evlerin sırt sırta dayandığı dar bir sokağa çıktı. Burası ilk gece ninjalarla geçtikleri sokağa benziyordu. Bir sokaktan başka bir sokağa sapa sapa epeyce yol katetti.  Derken bir insan kalabalığı gördü. Kadınlar, erkekler kimisi modern elbiseli kimisi kimonolu bir kapının önünde birikmiş sırayla içeri giriyorlardı. Hayal de peşlerine takıldı. Bu kadar insanın arasında onu kimse bulamazdı nasıl olsa.

İçerisi neredeyse karanlıktı. Birkaç saniye sonra gözleri loş ortama alıştı. Karşısında bir sahne olduğunu anladı. Burası bir tiyatro salonuna benziyordu. Diğer insanlar gibi boş koltuklardan birine oturdu. Bir süre sonra bir flüt sesi duyulmaya başlandı. Çan sesleri ve vurmalı çalgılar da ona katıldı. Alkışlar eşliğinde sahne perdesi çekilerek açıldı. 

Fonda beyaz küme küme bulutlarla süslü mavi bir gökyüzü ve altında tepesi karlı yüksek bir dağ resmedilmişti. Yüzü beyaza boyanmış, gözleri ve kaşları kırmızı boyayla kontürlenmiş, uzun siyah saçları yanlardan sarkıtılıp arkası topuz yapılmış, sarı kimonolu bir kadın ya da adam sahnede belirdi. Elinde bir şemsiye vardı. Şarkı söyleyip sahnede dans etmeye başladı. Karşısına uzun beyaz sakallı, koyu mavi kimonulu, suratı korkunç bir ifadeye sahip maskeli bir erkek çıktı. Elinde kılıç gibi bir silah tutuyordu. O da şarkı söyleyip dansa başladı. Sarı kimonoluyla kavga ediyorlardı sanki. Karşılıklı bağırışlar ve hamlelerin ardından sarı kimonolu havaya zıplayarak sahnenin dışına çıktı. Uzun sakallı adam şimdi tek başına sağa sola dönüyor öfkeli sesler çıkarıyordu. Attığı birkaç turdan sonra o da sahneden ayrıldı.

Diğer sahnede bu sarı kimonolu bir mağarada tasvir ediliyordu. Mağaranın dışındaysa bir insan grubu onu dışarı çağırıyor gibiydi. Fakat o içeride şarkısını söylüyor onlara sırtını çeviriyordu. Bunun üzerine dışarıdaki kalabalıktan uzun saçlı, çiçekli kimonolu biri tuhaf tuhaf hareketler yapmaya başladı. Anlaşılan bir çeşit dans ediyordu. İzleyiciler ve sahnedeki diğer oyuncular kahkahalarla gülmeye başladılar. Oyunculardan kimisi gülerken yerde yuvarlanıyor, kimisi sırt üstü yatıp bacaklarını sallıyor, kimisi de yabani bir hayvanmışçasına sesler çıkarıyordu. Mağaradaki sarı kimonolu oyuncu usul usul onlara yaklaşmaya başladı. Belli ki ne olduğunu merak etmişti. Tam mağaranın ağzındayken dans eden tarafından çekilip mağaradan çıkarıldı ve yüzüne yuvarlak bir ayna tutuldu. Aynada kendini gören oyuncu gülümsedi, dans etmeye başladı. Dans ediyorken belinden bağlanmış bir iple yukarı doğru çekildi. Sarı elbiseli adeta bir güneş misali döne döne yükseliyordu. Aşağıda kalanlar da şarkı söyleyip dans ederek oyunu tamamladılar. 

Seyirciler yavaş yavaş salonu terk ediyordu. Hayal de onlarla birlikte kapıdan çıktı. Nereye gideceğini düşünerek etrafa bakınırken omzunda bir el hissetti. 

-Çok şükür sonunda sizi buldum. 

Bu sesi tanıyordu. 

-Amir! İnanamıyorum! Nasıl buldun beni? Sen yaralanmıştın, iyi misin?

Hayal çok şaşırmıştı ama aynı zamanda Amir'i gördüğüne çok sevinmişti. Üstelik gerçekten iyi görünüyordu. 

-İyiyim, Hayal Hanım. Hastanede ilaç verdiler bir iki saatte kendime geldim. Fakat sizi bulmam hiç kolay olmadı. Günlerdir bu şehirde dolanıp duruyorum.

''Günlerdir mi?'' diye düşündü Hayal. Oysaki sadece iki sabahtır burada olduğunu sanıyordu. 

-Neyse şimdi sizi bulduğuma göre artık Tokyo'ya annenizin yanına gidebiliriz. 

Tokyo, evet İmparatorluk Sarayı Tokyo'daydı. Aslında yolculuklarının amacı başından beri orasıydı. Amir daha önceden araştırmış Hayal'in annesinin orada kaldığını öğrenmişti zaten. Daha fazla vakit kaybetmenin anlamı yoktu. Hayal tereddütsüzce kararını söyledi:

-Hadi gidelim o halde. 

Hayal'in kendine güvenen gülümsemesi Amir'i şaşırtmıştı. ''Ne kaçırdım acaba?'' diye geçirdi içinden.


BÜYÜLÜ YAZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin