Adam onu çağırıyordu. Peşinden gitmeye başladı. Bir ara yan yola sapan adamı kaybeder gibi oldu. Ama işte oradaydı. Turist ve Arap kalabalığını yara yara gidiyordu. Sonunda dükkanların birine girdi. Hayal yorulmuştu. Hava yaz günlerindeki kadar olmasa da yine de sıcaktı. Kaybolmanın telaşı ve kalabalık da cabası...Nefes nefese adamın peşinden dükkana daldı. Şakakları kırlaşmış, sinek kaydı tıraşlı yüzünde bıyıkları ve kaşları Arapça harfleri andıran adam yüzünü tezgahından kaldırmadan ''Welcome.'' dedi. ''Ha?''
Sakin sakin çıkardığı bir iki küçük şişeyi ve kalemi aynalı tezgaha dizdi. Birinin kapağını açtı. Yukarı doğru çekilen kapağın altında sert bir fırça vardı. Siyah bir toza bulanmıştı. Yanılmıyorsa sürmeydi bu. Bildiğimiz sürme.
''Ne yani beni bunun için mi koşturdun bu kadar?''
Adam satmaya kararlıydı. Birden gözlerini Hayal'in gözlerine dikti. Öldürecek gibi bakıyordu. ''Eh bir tane alayım bari. How much?''
Adam eliyle yirmi işareti yaptı.
''Ne 20 Mısır poundu mu?! Çok çok, much much!''
10 pound bıraktı. Kazıklandığını biliyordu. Fakat insanların ne kadar yoksul göründüğünü düşündü. Üstleri başları, arka semtlerdeki evlerin yıkık dökük hali, sokaklardaki çöpler, arabaların çoğunun en az otuz yıllık oluşu...Bunlar aklına gelince verdiği paraya acımadı.
Dükkandan çıkmış etrafa baka baka dolaşıyordu ki bir el omzundan tuttu.
-Çok şükür buldum seni.
-Amir! Nereye kayboldun? Asıl ben seni arıyorum.
-Amcanız merak eder. Eve dönelim artık.
-Ama daha erken Amir. Beni Nil'e götüremez misin? Ha, lütfen! Söz, yanından hiç ayrılmayacağım.
-Olmaz. Amcanızın haberi yok. Mümkün değil.
Ve sonunda araba Nil kıyısında park etmek zorunda kaldı. Hayal binmeyi çok istediği fellukaya kurulmuştu. Sırtını teknenin kıç tarafına yasladı. Amir de yan tarafa oturdu.
-Amcamı ne zamandır tanıyorsun Amir?
-Çok uzun zaman oldu. Amcanız buraya geldiği ilk günlerde tanıştık. Neredeyse yirmi yıl... O zamanlar işsiz güçsüz genç bir adamdım.
-Rehberlik yapmıyor muydun?
-Önceleri amcanızın ufak tefek işlerini hallediyordum. Sonra kendisiyle Türkiye'ye gidip gelmeye başladık. Ben de böylece Türkçe öğrendim. Birkaç yıl Türkiye'den turist grupları getirdik ben de onlara rehberlik yaptım. Amcanız sayesinde...
Gemiciler sarılı duran büyük yelkenin ipini çözdüler. Biri dümeni tutup iyice asıldı. Nil'de yüzen koca bir üçgendiler artık. Tekne ilerlerken Hayal Amir'e sordu:
-Amcamı çok seviyorsun değil mi?
-Tabii ki...O olmasaydı bugün kim bilir nerede olurdum.
-Sence iyi bir insan mı? Sonuçta ben onu tanımıyorum.
-Sizi anlıyorum Hayal Hanım. Ama amcanız gerçekten çok iyi biridir. Merhametli bir insandır. Pek çok insana iş vermiştir. Güvenilir bir tüccardır. Ailesine de çok bağlıdır. Sizin gelişinize de ne kadar sevindi. Bence onu tanıdıkça siz de seveceksiniz.
Hayal cevap vermedi. Kendini nehrin maviliğini izlemeye bıraktı. Nehir değil sanki deniz...Devasa bir su kütlesi! İki kıyısında kocaman, yüksek binalar. Mısır'ın en önemli binaları. Oldukça derin, koyu, esrarengiz bir mavi...İnsanı ürpertiyor. Bir de beş metrelik timsahlar akla gelince...Neyse ki artık buralara gelmediklerini söylüyor Amir. Güneş alçaldıkça altın pencereler suya aksediyor. Parlıyor nehir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜLÜ YAZI
ActionYazı Tanrısı Thoht. Büyük Piramiti o yapmış içine de yazıyla ilgili araç gereçleri koymuş, papirüsten kağıt yapmayı rahiplere öğretmiştir. Dikilitaşların birinde ve Napolyon'un Paris'e götürdüğü bir parşömende Thoth'un kitabından bahsedilir. Bütün i...