Hayal, dakikalardır yürüyordu. Artık etraftaki ağaçlar seyrelmeye başlamıştı. Suyun sesini hala belli belirsiz duyuyordu fakat ne tarafa gitmesi gerektiğini kestiremiyordu. Durdu. Çevresine bakındı. Sesleri dinledi. Kuşlar şarkı söylemeye devam ediyorlardı. O da ne? Gurrrrr...Kulağına tuhaf gurultular geliyordu. ''Kuşlar ne zamandır böyle gurul gurul ötüyor?'' Kuş değildi bu. Midesi gurulduyordu. Ne zamandır bir şey yememişti ama yaşadığı heyecan ona açlığı unutturmuştu.
Yürümeye devam etti. Ağaçların arasından toprak bir yola inmişti. Bu yola beyaz renkte irili ufaklı taşlar dizilmişti. ''Ne kadar muntazam görünüyor.'' diye düşündü. O anda ince, yumuşak bir kadın sesi duydu. Bir kadın şarkı söylüyordu. Sesin geldiği tarafa baktı. Ses, hareket eden yeşilli, beyazlı bir kumaş topundan yükseliyordu. Hayal, adımlarını hızlandırdı. Kadın çok yavaş yürüyordu. Fakat Hayal bir türlü yetişemiyordu ona.
Sonunda kadın geleneksel bir Japon evinin önünde durdu. Hayal de bir iki dakika sonra kadının karşısındaydı. Kadının yüzü bembeyazdı. Sanki birisi alçı ile boyamıştı yüzünü. Dudaklarının ortasına ise kırmızı boya sürülmüştü. Siyah saçları kabarık bir topuzla tepeden toplanmış, başının iki tarafına beyaz çiçekli tokalar takılmıştı. Elinde açık yeşil bir Japon şemsiyesi vardı. Kat kat giydiği yeşilli kimonosu ise güneş ışığında parlıyordu. Kadın hafifçe eğilerek Hayal'i selamladı. Hayal de aynı şekilde karşılık verdi. O zaman kadının ayakları dikkatini çekti. Beyaz çoraplı ayakları, çok yüksek topuklu bir parmak arası terliğe benzeyen garip takunyalar üzerinde yükseliyordu. ''Bunlarla yürümek çok zor olmalı herhalde.'' diye geçirdi içinden. Kadın Hayal'in aklından geçenleri anlamış gibi gülümsedi ve eliyle onu içeri davet etti.
İnce, uzun ahşap evin dar, kısa sürgülü kapısı açıldı. Kadın ayakkabıları veya terlikleri işte her ne ise artık onları çıkarıp eğilerek içeri girdi. Hayal de aynı şeyi yaparak onu izledi.
Alçak tavanlı bir odaydı burası. Yerde bambudan örülmüş hasırlar vardı. Bir duvarda Japon yazısı bulunan bir parşömen asılıydı. Parşömenin altında da yapraklı dallar ve mevsim çiçekleriyle yapılmış bir bitki düzenlemesi görülüyordu. Odanın bir ucunda mangalvari bir ocak onun üstünde de içinde porselenden yapılmış bir nevi çaydanlık vardı. Hoş, hafif bir koku bu çaydanlıktan etrafa yayılıyordu. Ama Hayal'in en çok ilgisini çeken ortadaki hasırların üzerindeki küçük sehpaya özenle yerleştirilmiş içinde yeşil çay yaprakları olan küçük seramik fincanlar ile içine fırça konulmuş onlardan biraz daha büyük başka bir fincandı. Bunların yanında da birkaç tane küçük yuvarlak kurabiye dizili minik tabaklar bulunuyordu.
Hayal, bu şirin seramik topluluğunun karşısına onu davet eden ev sahibesini taklit ederek dizleri üzerinde oturdu. Kadın hiç konuşmuyor fakat sürekli gülümsüyordu. Başını yine hafifçe eğerek Hayal'i selamladı ve ellerini yumuşak, yavaş hareketlerle çaydanlığa doğru uzattı. Başı ile vücudu da ellerine katıldılar. Sıcak su büyük bir dikkat ve özenle fincana doluyordu. Sonrasında kadın yine aynı zarif hareketlerle çay yapraklarını suyla karıştırdı. Sanki çay yapmıyor adeta dans ediyordu. Çay hazır olunca Hayal'e zarafetle uzattı fincanı. Mavi desenli, kulpsuz, seramik fincanlar oldukça eski görünüyordu. Belli ki uzun bir zamandır pek çok misafire hizmet etmişlerdi.
Hayal, ev sahibinin de etkisiyle yavaşça aldı ilk yudumunu. Çayın tadı ve kokusu insanı gevşetiyordu. Yanan ateşten yükselen çıtırtılar yüzyıllar öncesinden hikayeler anlatıyor gibiydi. Hiç tanımadığı bu kadının gülümseyen yüzü ve ahenkli hareketleri de garip bir huzur veriyordu insana. Gözlerini kapattı, kendini çayın sıcak buğusuna bıraktı.
Şimdi dingin ve sakin bir göl görüyordu. Üzerinde nilüferlerin açtığı, kıyılarında kuğuların süzüldüğü mavi ile yeşil tonlarında bir göl. Sonra kadın suyun üzerinde uçarcasına dans etmeye başladı. Saçları ve kimonosunun etekleri uçuşuyordu. Suya her değişinde onlarca elmas damla ışıkta renkten renge giriyor, kadın gökkuşaklarının arasında dönüp duruyordu.
Gözlerini yeniden açtığında artık hava kararmıştı. Oda da ne kadın ne çay fincanları ne de başka bir şey kalmıştı. Şaşkın şaşkın sağa sola bakındı. Kapı aralıktı. İyice açıp kafasını dışarı uzattı. Kapı daha büyük bir odaya açılıyordu. Burada da önceki geceki gibi yere bir yer yatağı serilmişti. O geceden farklı olarak bu sefer bir de kase bulmuştu. Kasede sıcak olduğu üzerindeki dumandan anlaşılan ve erişteye benzeyen sulu, sebzeli bir yemek vardı. İçinde de iki tane çubuk...''Şimdi bunlarla mı yiyeceğim?'' diye düşündü. ''Yapabilirim!'' deyip çubukları eline aldı. Defalarca denedi. En sonunda yemeği soğumaya başlarken çubukları kullanmayı öğrenmişti artık.
![](https://img.wattpad.com/cover/99720966-288-k498324.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜLÜ YAZI
ActionYazı Tanrısı Thoht. Büyük Piramiti o yapmış içine de yazıyla ilgili araç gereçleri koymuş, papirüsten kağıt yapmayı rahiplere öğretmiştir. Dikilitaşların birinde ve Napolyon'un Paris'e götürdüğü bir parşömende Thoth'un kitabından bahsedilir. Bütün i...