Çınarcık Olayı 9

8.5K 256 143
                                    

Neslihan la vedalaştık, hala daha kendinde değildi. Gördüğümüz şey her ne ise, belki peşimizi bırakmayacaktı, ama Neslihan daha fazla burada kalamazdı.

Onunla terminale kadar ben de gittim. Otobüse bindiğini gördükten sonra içim rahat etti...

Köye geri döndük...

"Tam olarak ne gördünüz" diye sordu Nedim bey.

"Hiç bir şey... " dedim. Konuşmak istemiyordum.

Köye gelmiştik, Nedim Bey arabayı kendi evine doğru sürerken.

"Müsaadenizle, ben geceyi burada, aynı evde geçirmek istiyorum" dedim...

"Aman Mesut Bey, belli ki bir şeyler olmuş, kendinize neden böyle bir şey yapasınız" dedi.

"Olsun" dedim. Arabadan indim ve evin içine girdim.

Evin içinde Neslihan'ın eşyaları hala duruyordu. Yatağa bakamadım, belki o şey her ne ise hala orada olabilirdi. Direk üst kata çıktım. 

Mektubun küllerini yataktan topladım. Mektup yataktaydı, ama yatakta en ufak bir yanık izi yoktu.

Mektup sanki kendi kendine yanıp sağa sola zarar vermemişti.

Orhan'ın ölümü ve üstüne bu olanlar beni derinden etkilemişti.

"Onları rahat bırakmanızı istiyorlar" satırı sürekli aklımdaydı ve farkında olmadan söylediğim Urduca sözleri merak ediyordum.

Bunları düşünürken günün yorgunluğu ile uyuyakalmıştım. Gece saat 3-4 gibi pencere tıklatması duyuyordum.

Birisi pencerenin camına vuruyordu sanki... Ama ben üst kattaydım.

Yataktan kalktım. Pencerede kimse yoktu, pencerenin camları da önceki geceden kırılmıştı zaten.

O sırada fark ettim, O tıklatma sesi pencereden değil, odadaki aynadan geliyordu.

Sırtımı çevirip aynaya baktım. Aynadaki de bendim.

Ama bembeyazdım. Yüzüm gözüm morluklar içindeydi... Bana "gel" işareti yapıyordu.

Ağır adımlarla aynaya doğru yürümeye başladım. Ben adım attıkça o aynadaki şey gülümsüyordu. Ben ona yaklaştıkça o kahkahalar atmaya başlıyordu.

Aynayla aramda 2-3 adımlık mesafe varken büyük bir kırık sesi duyuldu ve ayna tuz buz olmuş, patlamıştı.

Aynadan fırlayan cam parçaları sağ kolumda kesikler açmıştı. Oluk oluk kan akıyordu.

Lavaboya gidip kolumu yıkamak için musluğu açtım. Tuvaletin kapısı kendiliğinden ağır ağır kapanmıştı.

Tuvaletin içinde gölgeler hissediyordum. Sanki birisi beni izliyor, arkamdan geçip kahkahalar atıyor gibiydi.

Sanki benimle alay ediyor gibiydiler.

Zamanında röportaja gittiğimiz bir din profesörü bana; gece vakti tuvalete aniden girersen cinlerin tuvaletteki pisliklerle beslenmelerini bölersin. Yedi cihanda yakanı rahat bırakmazlar sözü aklıma geldi.

Tuvaletten aniden çıkmaya çalıştım. Sanki kapının arkasında birisi vardı ve kapıyı açmamı engelliyor gibi hissediyordum.

Bin bir zorlukla kapıyı açıp en alt kata, bahçeye indim. Bu evde her halde 3 gün daha kalsam kafayı yeyip, intihar edebilirdim.

Ortalık biraz daha sakinlemişti. Günün doğmasına az bir zaman vardı. Kameramı alıp sahile gittim, bu güne kadar çektiğim şeyleri inceleyecektim.

Evden kamerayı alıp çıkarken biraz kulak kabarttım. Oda kapıları kendiliğinden açılıp kapanıyor, evin içinde onlarca şerli varlığın gölgesi cirit atıyordu.

Kayalıklardan birine oturup kamera kayıtlarımı izlemeye başladım. Çok fazla sıra dışı olaylar görmedim ama O, üç saniyelik videomdaki çığlık sesi atan erkeğin kim olduğunu bulmuştum.

Bu Orhan'ın sesiydi... Bu çok net bir şekilde Orhan'ın sesiydi...

Videodaki saate baktım. Gece 3'ü 5 geçiyordu. 

Orhan'ın bu mektupları yazdıktan sonra intihar ettiği iddia ediliyordu ve Orhan'ın en büyük huylarından birisi mektuplara tarihin yanına saat de yazardı...

Bu mektubu yazmaya saat 3'e 10 kala başlamıştı. Yazma süresini de hesaba katarsak saatler ve tarih tutuyordu.

Bundan sonra kayıtları daha dikkatli izlemeye başladım.

Neslihan'ın denizden sesler duyduğu geceki kayıtı açtım.

Yemek getiren kadın. Ben merdivenlerden inerken farkında olmadan 2-3 saniyeliğine onu da çekmiştim ve eve doğru bir şeyler okuyup üflüyordu, elinde et parçaları vardı...

Bütün bunları dikkatle izlemeye başlamıştım, her şey yavaş yavaş ortaya çıkıyordu...

Kamera kayıtlarını izledikten sonra, tekrar evin içine girdim. Bu evin sıra dışı bir havası vardı.

Etrafını iyice inceledikten sonra, köy kahvesindeki 3-4 tane adama kayıtı izlettim...

Kadının olduğu yerde durdurup "Bu köyde böyle bir kadın var mı ?" diye sordum.

Aldığım cevap beni şaşırtmadı. Bu kadını ilk kez gördüklerini söylediler.

Bize verdiği yemeğin bir kısmını yemiş, bir kısmını dolapta saklamaya almıştık.

Yemeğin geri kalan kısmını alıp bir tepsiye döktüm. Yemeği verdiği tencerenin dibinde ne anlama geldiğini anlamadığım bir yazı vardı. Sonradan öğrendim ki bu yazı Urduca diliydi.

Urduca dili Persi Cinlerinin kullandığı dildi, bunu da sonradan öğrenmiştik.

Verdiği yemek yaprak sarmasıydı. Dolmaları teker teker açtım. Pirinçlerin içinden tırnak ve kıl parçalarının çıktığını gördüm.

Bu yemekte çok sayıda büyüsel metaryal olduğu apaçık belliydi.

Yemeği ve bu evdeki bütün eşyalarımı toplayıp evden çıktım.

Köy meydanındaki minibüsçü çocuğa arabasını acilen çalıştırması gerektiğini söyledim.

Yolculuk anında telefonum çaldı. Arayan Bahri abiydi... "Neslihan'ı nereye yolladın sen?" dedi.

"İstanbul'a dönüyor" dedim...

"Sen ne yaptın Mesut? O kız sana emanetti ve sen onu tek başına İstanbul'a mı yolladın?

Neslihan'ın Çınarcık tepesindeki uçurumdan kendini aşağı attığı söyleniyor. Otobüsteki insanlar buna şahit olmuş ve atlarken senin adını bağırmış" dedi...

"Nasıl olur öyle bir şey abi? Benimle dalga mı geçiyorsunuz?" dedim...

Ciddiydi...

"Jandarma seni bulmadan merkeze gel ve bu durumu konuşalım.

Yalova'dan rastgele bir taksi çevir, ne yap ne et buraya gel. Bu işler yoksa bizim üstümüze kalacak" dedi.

Üç Gölge Köyü ve Daha NiceleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin